İZMiR LIFE NİSAN 2013 - Deniz Çaba Şan
“Volga Hüznü”, “Duyuyor musun Kalbim”,
“Her Şey Sanki Bir Eski Zaman Düşünde
Şimdi”, “Carmen Haremde”, “İşte Bizim Gül
Sokak” ve şimdi de Holokost’a bir ağıt, yani
“Cecile”. İzmirli yazar Raşel Rakalla Asal ile
son kitabı üzerine konuştuk.
Öncelikle kitabın çıkış öyküsünden bahseder
misiniz? Sanırım Polonya gezinizden
sonra şekillendi?
Her şey 2005’te dünyanın her tarafından
gelen insanlarla beraber Varşova’yı gezmemle
başladı. O beş olağanüstü gün boyunca
1939- l943 yıllarının Varşova’sını konuşup
durduk. Varşova gettosu hakkında ilk bilgileri
gezi rehberimden aldım. İnsanların
lağımlarda, tuvaletlerde, ahırlarda ve açık
alanlarda nasıl yaşadıklarını, partizanlara
katıldıklarını ve nasıl hayatta kaldıklarını ilk
ondan dinledim. Ama dinlemek yetmedi,
kendimi sayısız okumalara attım. Bu okumalarımdan
şunu fark ettim ki, dünyanın
“Holokost”u anlaması önemliydi. Hele
“Holocaust Denial”ın (Soykırım İnkârı) yükselişte
olduğu günümüzde…
Yaptığınız okumalarda sizi bu konuda
roman yazmaya yöneltecek asıl itici güç
ne oldu?
Holokost ana temamdı ama ben değişik bir
bakış açısından konuyu ele almaya çalıştım.
Holokost deyince akla hep kamplar gelir ki
kamp dönemi Holokost’un son aşamasıdır.
Oysa ben insanlar Varşova’da yaşarlarken
yaşamlarının nasıl yavaş yavaş değiştiğini,
nasıl Varşova gettosunun oluştuğunu anlatmaya
çalıştım. O dönem içinde yaşama nasıl
tutunduklarını, nasıl eğitimlerine devam
ettiklerini ve nasıl amatör tiyatro faaliyetlerine
devam ettiklerini anlatmaya çalıştım.
Varşova’da neler gördünüz, neler yaşadınız?
Cecile karakterini kurgularken bizzat tanık
olduğum bir Holokost kurtulanını karakterim
yaptım. Onu beş gün boyunca tanımıştım,
fırsat buldukça ara ara onunla konuşmuştum.
O ilk kez yerleşmiş olduğu
İsrail’den kaldığı kampa geliyordu. Yıl
2005’te. Kendisi Macar asıllıydı. Benim
romanımda Cecile Polonya Yahudisi. Haziran
l986’da ilk kez Varşova’ya geliyor. Bu gibi
değişiklikler var kitapta. Bir taraftan kampları
gezerken bir yandan da gezide tanıdığım
Macar hanımın anlattıklarını not ediyordum.
Bir gezi yazısına dönüştürme düşüncesi vardı
aklımda ama bir romana dönüşeceğini bu
konu üzerine okumalarımı artırdıkça anladım.
Sait Faik’in çok bilinen bir sözü vardır,
yazmadan delirecektim der. İşte ben öyle bir
duruma geldim…
Kitapta adı geçen bazı karakterler Varşova
gettosunda yaşamış isimler. Örneğin Dr.
Janusz Korczak…
Çok doğru bir tespit. Ben araştırmalarımı
yaparken tanıklıklardan yola çıktım. En
önemli kaynak kitaplarım günlükler oldu.
Örneğin Dr. Janusz Korezak’ın günlüğünü, o
dönem Yahudi Teoloji okulunun öğretmeni
Chaim A. Kaplan’ın günlüğünü okudum.
Yahudi gençliğinin direniş hareketlerini
“Justyna’s Narrative” den öğrendim.
“Eyewitness Accounts from the Warsaw
Ghetto”, bir diğer kaynak kitabım oldu. Bu
okumalar yoluyla gerçek olaylara eriştim.
Yine bu okumalarımdan tarihçi Emmanuel
Ringelbum’un gettoda kültürel etkinlikler
düzenleyenlerden biri olduğunu öğrendim.
Bu kişi üzerine yaptığım araştırmadan
Polonya Yahudi dünyasındaki yaşamı tarihi
bir belge olarak kayda geçirmek için l933’ten
beri yazdığını öğrendim. 1940’ tan sonra
Ringelblum tüm Yahudi halkını da yazmaya
ikna etmişti. Bunu bir tarihçi olarak kendine
görev bildi.
Gettoda bir dergi de çıkartılıyor sanırım…
Polonya’da o günlerde aralıklı olarak Yahudi
Direniş Örgütü ile Yahudi Danışma Kurulu
altı dergi çıkarıyorlar. Bu dergilerin yayını
için kayda değer emek veriliyor. Ellerinde
bulunan tek bir teksir makinesi gece boyu
çalışıyor. Karpit gaz lambalarının puslu ışığı
altında. Çalışmalar sabaha karşı editörlerin
göz yanmalarından yakınmalarıyla sona eriyor.
Dergi kaç sayfa basılmışsa basılsın ertesi
gün mutlaka dağıtıma çıkarılıyor. İşte bu
eylem, yani günlük tutmak, aradan 60 yıl
sonra “Cecile” romanımı yazarken benim en
büyük dayanağım oldu.
Bu günlüklere nasıl ulaştınız?
O da çok ilginç. Yine okumalarımdan şu
bilgiye eriştim. Ringelblum etrafında bir
halka oluşturuyor. Kendilerine “Oneg
Shabbat” adını veriyorlar. Oneg Shabbat –
“Joy of the Sabbath” - Sabbat’ın Mutluluğu.
Çünkü Cumartesi günleri gizlice buluşuyorlar.
Ringelblum onların editörlük görevini
üstleniyor. Ayrıca yazılan mektuplar da,
günceler kadar değerli oluyor onun için. Bu
topladıkları belgelerin de saklanması gerektiğini
biliyor. Ringelblum ve diğer cemaat
liderleri bu yazılı belgeleri süt güğümlerine
saklamayı düşünüyorlar. Öyle de yapıyorlar.
Yazılı belgelerle doldurulmuş üç süt güğümü
Varşova sokaklarına gömülüyor. Süt güğümlerinden
ilki, savaştan sonra, 1946’da, yanmış
ve yıkılmış Nowolipki Sokağı No. 68’de,
ikincisi de l Aralık l950’de bulunuyor. Ne
yazık ki üçüncü henüz bulunmuş değil. Ben
araştırmalarımı yaparken sanki bu sokaklardaki
süt güğümleri tüm yıkıcı etmenlerin
önünü kesecek ve ben de bu günlüklerden
böylece yararlanacaktım.
Yazma tutkunuzu daima gerçek olaylar
kuvvetlendiriyor. Mutlaka o coğrafyada
bulunuyor, gözlem yapıyor ve okuyorsunuz…
Benim çalışma masam yığın yığın referans
kitaplarıyla, defterlerle, kurşunkalemlerle,
silgilerle, sarı zarflarla, broşürlerle, fişlerle,
açık olarak yığılmış yabancı dilde kitaplarla,
defterden koparılma sayfalarla, üzerinde
örümcek ağına benzer yazılarla, bolca üstleri
çizilmiş ve düzeltmeler eklenmiş bir sürü
yığın kalabalığıdır. Hepsi de bir tür sessiz
tanıklarımdır. Ama yazıya geçmeden önce o
oluşacak metnin ruhunu kavramaya çalışırım.
Bunun için o mekâna gitmem, orada
gözlem yapmam, o atmosferden beslenmem
gerekir. Ben bir metne başlarken en önemli
şeyin hissetmek olduğuna inanıyorum.
Ayrıca bir metnin ritmi çok önemlidir benim
için. Bir kez bir ritmi yakaladınız mı, artık o
metni yazılmış sayabilirsiniz. Çünkü artık
sözcükler kendiliğinden dökülmeye başlar.
O ses hipnotize edicidir, büyüleyicidir.
İZMİR LIFE NİSAN 2013
Kaleminin gücü,
gerçek hikâyelerde
Raşel Rakella Asal, mesleğinin turizm
rehberliği
olması nedeniyle pek çok yer gezmiş
ve her gittiği yerden bir dolu öyküyle
dönmüş.
Ancak bu hikâyelerden gezi kitapları
değil, o coğrafyaların gerçek meseleleri
ile
örülü romanlar çıkmış.
Yazar, İspanya gezisinden sonra yazdığı
“Duyuyor musun Kalbim” ile iç savaşta
İspanyol halkının çektiği acıları kaleme
alıyor,
örneğin. “Volga Hüznü”nde ise St.
Petersburg’dan başlayıp Volga üzerinden
Moskova’ya doğru uzanan bir hikâye içinde,
Rus halkının komünizm sonrası yoksulluğunun
acısı ve hüznünü betimleniyor.
“Her Şey Sanki Bir Eski Zaman Düşünde
Şimdi”, 1950’lerin İzmir’ini, o zamanki
Yahudi toplumunu ve bu çerçevede bir aşk
hikâyesini anlatıyor. “Carmen Haremde” bir
unutulmaz aşk hikâyesini İstanbul’a ve
1830’lara taşıyor.
“41 Semt-41 Kitap” projesine katkı sunduğu
“İşte Bizim Gül Sokak” ise İzmir’in
toplumsal
hayatını, geçirdiği değişimleri konu ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder