10 Ocak 2014 Cuma

Sanatla bütünleşen bir yaşam - Fahri Özdemir





Sanatla bütünleşen bir yaşam

Fahri Özdemir





Sonsuzluğun dünyasında devinen bizler, devinim parçaları olarak bu döngünün tamamlayıcılarıyız.  Bu bağlamda dünyada yer alan her olaydan bizler de nasipleniriz.  Düşünen insanı dünyanın deviniminden ayırmak mümkün değildir.  Bazen bir bilimsel buluş karşısında duyulan sevinci ve hayranlığı, onu gerçekleştirmiş olanlara karşı duyulan sevgi ve saygı ile dile getiririz.  Çeşitli alanlardaki bilimsel çalışmaların gerçekleştirilmiş olduğu dünyamızda, insan mutluluğunu hedefleyen bilim adamlarının buluşları ne kadar değerli ise, aynı amaçla çalışan sanatçıların değeri de en az o kadar değerlidir.  Sanatın yüklendiği misyondan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: İnsanı içten kuşatıp fethetmek, insanın beş duyusunun birlikte oluşturduğu etkin kolektif gücünü sarsmak, duraksamış düşüncelerimizi kımıldatmak… Gerçek bir sanatçıyı keşfetmek her zaman keyif verir.  Bugün artık dünyada yüzlerce sanatçı ve yüzlerce sergi var, her yerde ve her mevsimde. Bunların da hazırlayıcıları var.  Her dönemde ve her disiplinde yeniler ve yeni görüşler var. Sanata bakışta da yenilikler var, elbette.  Ama önemli olan geçmiş zaman ile şimdiki zaman arasındaki ilişkinin bilinmesi, bunların birlikte yürüyebildiğinin görülebilmesi.
Günümüzde sergiler de değişti.  Sergi düzenleyenler de.  Örneğin küratör kavramı yerleşti belleklerimize.  Bu küratörler sanatçının yaptığı iz üzerine düşünüyorlar.  Ya da, en azından, “sanatsal” olan birlikte düşünülüyor.  Tabii en başta “sanat” var, sonra onu gerçekleştiren sanatçı var; sonra da küratörler veya sergi yapımcıları ve kurumlar giriyor devreye. Tüm bu saydıklarımı ben bir aile olarak değerlendiriyorum.  Tüm bu aile fertleri günümüzün hızı içinde sergiler gerçekleştiriyorlar.  Günümüz imaj dünyasının, teknoloji hızının da bu hıza dâhil olduğunu düşünmemiz gerekiyor.  İşte küratörler böyle bir sanat dünyasının içinde geziniyorlar ve sergi yapıyorlar. 
İyi bir sergi duyumsanmaması olanaksız bir büyü. İnsanı etkileyen, heyecanlandıran bir mekânda bizler de izleyiciler olarak sanatla bütünleşiyoruz.  Benzersiz bir haz tattıran gizemli bir dil yaratılıyor bu mekânlarda. Amaçlanan da bu zaten. Sanatçı ile izleyicinin buluşması.  Bu buluşmayı yaratmak hiç de kolay olmuyor. 
Biz sergileri izlerken, bir sanatçıyla tanışırken, heyecandan soluğumuz kesiliyor, zihin çarklarımız büyük bir hızla, duyarlığımız büyük bir hazla katılıyor o serüvene. Birbirimizle konuşuyor, tartışıyor, bilgi alışverişinde bulunuyoruz. Böylece pasif bir gözlem yeri değil, aktif bir mekân haline geliyor sergi alanları.
Bir sergi alanı, deney ve düşünce üretilen (üretileceği arzulanan), sanatı izleyici kitlesiyle bir araya getiren geçici bir mekân. Dünyanın bir parçası olmanın daha adil, daha hoşgörülü, daha ahlâklı yollarına ulaşmanın ve bu koşulların yaratılmasının amaçlandığı bir mekân.
Avrupa'da ortaya çıkan sanat akımının en büyük isimlerinden ressam Salvador Dali'nin ölümsüz eserleri İzmir'de Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi'nde Fahri Özdemir'in küratörlüğünde “Salvador Dali İzmir'de” başlığıyla 17 Ocak – 20 Mart 2013’e kadar sergilendi. Ardından 27 Nisan – 19 Mayıs tarihleri arası bir başka büyük bir sergi; “Türk Resminde 100 Yüzü”…  Türk resmine yön veren İbrahim Çallı’dan Abidin Dino’ya, Fikret Mualla’dan Burhan Doğançay’a kadar Türk resminin temelini oluşturan ressamların eserlerini buluşturan Türkiye’deki son yılların en kapsamlı sergisi. Şimdi de (27 Mayıs – 14 Temmuz 2013 tarihleri arası) yine resim alanında bir dünya devi; “Joan Mıro”  ve onun çok kapsamlı bir sergisi; “Düşlerimin Rengi”; küratörü yine Fahri Özdemir.
Sanat yönetmeni, çevirmen, yazar ve de iyi bir koleksiyoner olan Fahri Özdemir çok yönlü bir kişilik. Salvador Dali’nin eserlerini Paris'ten, İspanya'dan toplayıp getirmiş Türkiye’ye. Eserler İstanbul ve İzmir’den sonra üç ilde daha sergilenip Gürcistan'a gidecek.  Bu sergiyi özel kılan, aynı serginin 1968 yılında Dali tarafından açılmış olması.  “Zodyak”, yani burçlar sergisi ise başlı başına bir konsept.  Dali’nin bir dönemini ve bir temasını sergilemesi açısından çok özel bir sergi. Sanat küratörü olarak resimlerin nasıl ve hangi sırayla yerleştirileceğine, renklerin uyumuna dikkat ediyor.  Örneğin Dali sergisinde beş resim çok önemliydi.  Beşinin de bir arada olması gerekiyordu.  Ayrıca sergiye ismini veren Zodyak konseptini oluşturan burçları birbirinden ayırmamak gerekiyordu. Tüm bunlar küratörün işiydi.  Bazı eserler taş baskıydı, kimi için ipeğine basılmıştı, bazıları ise kurşun baskıydı.  Küratörün eserleri çok iyi tanıması ve ona göre yerleştirmesi gerekiyordu.
Fahri Özdemir aynı zamanda bir koleksiyoner demiştim sözümün başında; sahafta kitap arasından tesadüfen çıkan bir Atatürk kartpostalıyla başlıyor koleksiyonerliğe. Ve koleksiyonerliği şöyle anlatıyor:  “Öyle büyük bir hastalık, öyle bir dipsiz kuyudur ki koleksiyonerlik onu ancak yapan bilir. Ama tarifsiz keyif veren bir hastalık; çok farklı bir duygu. Türkiye'deki en büyük Atatürk, en büyük Çanakkale Savaşı, en büyük Kurtuluş Savaşı koleksiyoneri benim.  Koleksiyonumda, yüzde sekseni henüz hiç bir yerde yayımlanmamış, 13.500 tane orijinal fotoğraf var.  Sadece Atatürk için beş yüz sayfalık bir albüm yaptım o kadar.”

Fahir Özdemir felsefe eğitiminden gelen bir çevirmen. Neruda’nın, Furuğ’un, Lorca’nın, Prevert’in, Apollinaire’in, Tagore’un, Paul Eluard’ın ve hepsinden önemlisi Aragon’un aşk şiirlerini Türk edebiyatına kazandırmış bir çevirmen. Bu sayımızda bu üç serginin küratörülüğünü yapan Fahri Özdemir’i sizlere tanıtmak için onunla bir söyleşi gerçekleştirdik. 

Sanat küratörü olarak tanıyor sizi İzmirliler; ama aslında siz yazar, yayıncı, çevirmen ve hepsinden önemlisi bir koleksiyonersiniz. Bize kendinizi tanıtır mısınız?
Sanat ve politika alanlarında çeşitli dergi ve gazetelerde yazıyorum. 2006 altı yılında kırmızı yayınlarını kurdum. Burada şiir, felsefe, roman, sosyoloji ve dünya klasiklerinin en önemli kitaplarını yayımladım. 1Eylül 2012’de yayınevini abime bırakarak ayrıldım. Ama yayıncılık bir hastalık. Şimdi yeni bir yayınevi kurma çalışmaları içindeyim. Çevirmenlik ise sevdiğim eserleri Türkçe’ye kazandırmakla sınırlı. Örneğin: Prevert, Neruda, Aragon, Furuğ, Lorca, Tagore başta olmak üzere birçok sevdiğim şairi Türkçe’ye kazandırdım. Koleksiyonerliğim ise aslında küratörlüğümün temelini oluşturuyor. Gururla söyleyebilirim ki Türkiye'deki en büyük "Atatürk Fotoğrafları", "Çanakkale Savaşaları Fotoğrafları", "Kurtuluş Savaşı Fotoğrafları" ve de "Namık Kemal'den günümüze birçok şairin orijinal el yazmaları" sanırım bana ait. Sanırım benim için yeterli bunlar.

Günümüzde küratör sergileri, şehir sergileri, farklı sanat disiplinlerinden gelen sanatçıların sergileri, klasik anlamda müze sergileri gibi çok farklı türde sergiler açılıyor.  Binlerce sergi ve tutum var.  Bu farklı türdeki sergileri hazırlarken sergi düzenleme stratejileri birbirinden nasıl ayrılıyor? Örneğin, bunları ayrı ayrı değerlendirmek, tarihsel sınıflandırma yapmak gerekli oluyor. Kısaca bir serginin alt yapısından söz etmek istiyorum.  Hangi aşamalardan geçiyor sizin sergileriniz?
Düzenleme stratejilerini aslında sergilemenin temel unsurlarını oluşturur. Bana göre bu temel unsurlar da sanatçı, eser ve mekândır. (tabi karma sergilerde bu unsurlar değişebilir.) Bu üç önemli unsurda kendi altlarında birçok ayrımın detaylarıyla bütünleşir. Örneğin: akımlar, anlayışlar, eserlerin tarihsel süreçleri ve farklı konsepler gibi.
Benim sergilerim çoğunlukla kişisel ya da konu üzerinedir. Örneğin Ocak ayında açtığım Salvador Dali'nin "Zodyak" adlı sergisi, Dali'nin 1959 – 1968 yıllarını kapsar. Nisan ayında açtığım “Türk Resminin 100 Yüzü" adlı sergi ise bana göre Türk resminin en önemli kilometre taşlarını oluşturan 100 sanatçının eserlerini kapsıyor. Dedim ya bu benim değerlendirmem. Başka arkadaşlar farklı yorumlayabilir. Örneğin: İbrahim Çallı, Abidin Dino, Avni Arbaş, Burhan Doğançay, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Fikret Mualla, Burhan Uygur ve diğerleri gibi. Hepsi bir dönemim en büyük öncüleri. Keza son açtığım Joan Miro’nun “Düşlerimin Rengi” adlı sergi de böyle. O da Miro’nun 1955 ile 1975 yılları arasında yaptığı bana göre en önemli 40 orijinal eserini kapsıyor..

Günümüzde her sanat etkinliğinin arkasında toplam bir küratörlük çalışması bulunuyor.  Böyle kapsamlı etkinlikler bir ekibin ortak ürünü olarak çıkıyor karşımıza. Galeri yöneticisi, eleştirmen, akademisyen, sanat tarihçileri sanat ortamında varlıklarını duyuruyor, görevler üstleniyorlar.  Böyle bir ortamda sanat etkinliği yapmanın yararı da göz ardı edilemez.  Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Farkında mısınız? Aslında yanıtı da sorunuzun içinde. Bir sanat için olmazsa olmazları saydınız yukarıda. Birbirlerini fark etmeden denetleyen mekanizmalar hepsi. Ve biri olmazsa hiç biri olmaz. Ama diyeceksiniz ki Türkiye’de bunlarsız da olabiliyor, evet doğru, ama onlar sanat değil, ya da sanat kisvesi altında yapılan aldatmacalar.

Bir küratörün yetişmesi için hangi disiplinlerden geçmiş olması gerekiyor?  İyi küratörler nasıl, nerede yetişiyor? 

Bu konuda artık çok ciddi eğitimler veren okullar var. Gerek yurtiçinde, gerek yurtdışında artık bu alan kendini çok geliştirdi. Bana göre her hangi bir disiplinden gelmesi çok önemli değil; önemli olan sanata ve insanlığa karşı sorumlu duruşu önemlidir. Çünkü insanlığı kurtaracak tek yol “sanat”tır. İnsansız da sanat olamayacağına göre,  yalansız ve sorumlu tavırla bunların yorumlanması ve sunulması bana göre küratörlüğün temelini oluşturuyor. Bu anlattıklarımdan da anlaşılacağı gibi çok eğitimden daha önemlisi küratörlerin kendilerini geliştirmesidir. Hoş ben bunun bir eğitimini almadım ama sanırım kendimi yetiştirdim diye düşünüyorum. Yani kısacası eğitimden çok insanın kendini yetiştirmesiyle oluşan bir olay bu.

Bir sanatçının alanını açmakla, genişletmekle, yani izleyicilerin işin içine girmesiyle, sanatın yayılmasıyla ilgilisiniz. Sergiyi tasarlarken neler üzerinde düşünüyorsunuz?  Bir sanatçıyla ve eserleriyle karşı karşıya olmak nasıl bir duygu? 
Önce sergisini açacağınız sanatçıyla aranızdaki bağı iyi değerlendirmelisiniz. Sanırım sevmediğiniz bir sanatçıyla verimli çalışamazsınız. Ya da kuracağınız bir serginin içine giremezsiniz. Ben ticari unsurları hep ikinci planda tuttuğum için sanırım daha rahat ve daha verimli çalışıyorum. Daha seçici davranabiliyorum. İşte bu seçicilik beni daha başarılı kılıyor.

İyi bir serginin reçetesi yok muhakkak.  İyi bir sergi için gerekli olan sizce nedir?
İki temel taş: eser ve mekân.
Resim ve heykelden tutun da farklı sanat dallarında birçok güzellikler var dünyamızda. Ama eserlerin varlığı bazen çok yeterli olmuyor. Bunlar için iyi mekânlara da ihtiyaç var. Bu iyi mekânların da hem teknik hem de kadro olarak iyi donatılmış olmalı. Yazık ki Türkiye'deki en büyük felaket kadroların niteliksizliği. İsterseniz bu niteliksizliği açayım biraz. Avrupa'nın en büyük sanat merkezini yapmak yeterli değil. Bu merkezlerin başında sanatı ve sanat tarihini, kültürü iyi bilen insanların olması gerekir. Yani sağdan soldan emekli olmuş sanattan anlamayan yalnızca ve yalnızca ablası ya da abisi bir yerlerde yetkili olan insanları bu merkezlerin başına koyarsanız bu merkezlerde çuvallarsınız. Örneğin: bir kargo’dan emekli birini her hangi bir kültür merkezinin başına getirirseniz orası kargo şirketi gibi yönetilir… Onlar için eser sadece bir maldır… Yazık ki bu ülkede kargo şirketleri gibi yönetilen çok kültür merkezi var…  Dedim ya nedeni ablalar ya da abilerin bir yerlerde yetkili olmaları. İşin en acı yanı da o ablaların ve abilerin de sanatı hiç anlamıyor olması ve de mangalda kül bırakmayışlarıdır… Toplumlar için bu kültür merkezlerinin sorumlularıyla beraber bu ablalar ve abiler de insanlık için inanın en az “Hitler” kadar tehlikeli ve suçludurlar... Bu toplumun ilerlemeyişinin bana göre yegâne sorumlusudurlar... Çünkü onlar sanattan anlamadıkları için bulundukları konumda sanatın icra edilmesini de istemezler… Çünkü bulundukları yerde sanat icra edilirse onların rahatı bozulur ve yorulurlar.. Onların yöneticilik yaptıkları kültür merkezleri, otopark ya da garaj olarak işlese inanın bu topluma daha büyük fayda sağlar…
Diğer bir temel unsur için ise eser dedim. Sanat eseri nedir önce ona bakmalı. Bana göre eser: geleceğe kalan ve hayata yön veren tüm beğenilerdir. Bir serginin yolunu ve yöntemini de bu belirler işte.


Sergilerin şehirle, arşiv çalışmasıyla, küresel dolaşımla, izleyicinin konumu ve izleyicinin duruşuyla kurduğu ilişkinin öneminden söz edelim, isterseniz. Bu konuda İzmirlilerin sanata bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz? İzmirlilerde sanatsal bir alt yapı bulmuş olmalısınız ki, bu ikinci ve üçüncü sergi mekânı olarak yine İzmirlilerin karşısındasınız. 

Evet, İzmir büyük bir potansiyel sanat için… Nedense büyük sergiler hep İstanbul’da oluyor, ama burası nedense hep taşra olarak görülüyor. (Aslında bunun sebebi de demin saydığım niteliksizliktir.) Oysaki çok ciddi bir potansiyel var İzmir’de… İnanın ne kadar ileri derecede sanatı sunarsanız İzmir’e o diğer illerden daha iyi refleks verecektir size. Ben bunu yaptığım üç sergide fazlasıyla gördüm… İzmir hep güzelliklere değer bir şehir…

Salvador Dali’nin Zodyak koleksiyonunun ve onun otuz üç eserinin sergilendiği Adnan Saygun Sanat Merkezindeki sergisine yoğun bir ilgi gösterdi İzmirli sanatseverler. İkinci ve üçüncü sergi mekânı olarak yine İzmir’i seçtiniz; ama bu kez Bornova Kent Arşivi ve Müzesi Dramalılar Köşkü’nde sergi açtınız.  Bu sergilerin oluşum sürecini bizimle paylaşır mısınız?

Birinciyi paylaşmanın pek bir anlamı yok… İkinci ve üçüncü sergiler bana çok keyif verdi. Çünkü sanatı isteyen ve onu insanlarla paylaşmak için çaba gösterenlerle birlikte olmak insana güç veriyor, yeni yaratımlar sağlıyor. İşte bu yüzden Bornova Belediye Başkanı sayın Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır’a teşekkür etmek gerekli. Çünkü benim önümü çok açtı… Sadece benim değil sanata gönül veren herkese elini uzattı. İşte bu heyecanla taşıdım tüm sergilerimi Bornova Kent Arşivi ve Müzesi Dramalılar Köşkü’ne. Ve Burası Sanatın en yüce değer sayıldığı bir yer. Ve burada ağabeyler ablalar yok, insan var. Yani siz, yani ben, yani toplum…

Bir küratörün sabırlı olmak, hızlı olmak, geniş bir sanat birikime sahip olmak, meraklı olmak, gibi niteliklere sahip olması gerekiyor. Yalnız bu birikimler de yeterli olmuyor.  Bir küratörün dünyanın yaşanılabilir olmasını sürdürmeyi ve dünyanın bugüne kadar olandan daha çok şansı hak ettiğine dair kırılmaz bir inancı olması gerekiyor.  Fahri Özdemir ile yaptığım bu söyleşiden ben bu sonuçları çıkardım.  Onda sanat tutkusunu gördüm.  Önünde yapacak çok işi var, yolu açık olsun.

Raşel Rakella Asal
17 Mayıs, 2013















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder