Sanatla
bütünleşen bir yaşam
Fahri
Özdemir
Sonsuzluğun
dünyasında devinen bizler, devinim parçaları olarak bu döngünün
tamamlayıcılarıyız. Bu bağlamda dünyada
yer alan her olaydan bizler de nasipleniriz. Düşünen insanı dünyanın deviniminden ayırmak
mümkün değildir. Bazen bir bilimsel
buluş karşısında duyulan sevinci ve hayranlığı, onu gerçekleştirmiş olanlara
karşı duyulan sevgi ve saygı ile dile getiririz. Çeşitli alanlardaki bilimsel çalışmaların
gerçekleştirilmiş olduğu dünyamızda, insan mutluluğunu hedefleyen bilim
adamlarının buluşları ne kadar değerli ise, aynı amaçla çalışan sanatçıların
değeri de en az o kadar değerlidir.
Sanatın yüklendiği misyondan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: İnsanı
içten kuşatıp fethetmek, insanın beş duyusunun birlikte oluşturduğu etkin
kolektif gücünü sarsmak, duraksamış düşüncelerimizi kımıldatmak… Gerçek bir sanatçıyı keşfetmek her zaman keyif
verir. Bugün artık dünyada yüzlerce
sanatçı ve yüzlerce sergi var, her yerde ve her mevsimde. Bunların da hazırlayıcıları
var. Her dönemde ve her disiplinde
yeniler ve yeni görüşler var. Sanata bakışta da yenilikler var, elbette. Ama önemli olan geçmiş zaman ile şimdiki
zaman arasındaki ilişkinin bilinmesi, bunların birlikte yürüyebildiğinin
görülebilmesi.
Günümüzde sergiler de değişti. Sergi düzenleyenler de. Örneğin küratör kavramı yerleşti
belleklerimize. Bu küratörler sanatçının
yaptığı iz üzerine düşünüyorlar. Ya da,
en azından, “sanatsal” olan birlikte düşünülüyor. Tabii en başta “sanat” var, sonra onu
gerçekleştiren sanatçı var; sonra da küratörler veya sergi yapımcıları ve
kurumlar giriyor devreye. Tüm bu saydıklarımı ben bir aile olarak
değerlendiriyorum. Tüm bu aile fertleri
günümüzün hızı içinde sergiler gerçekleştiriyorlar. Günümüz imaj dünyasının, teknoloji hızının da
bu hıza dâhil olduğunu düşünmemiz gerekiyor.
İşte küratörler böyle bir sanat dünyasının içinde geziniyorlar ve sergi
yapıyorlar.
İyi bir sergi duyumsanmaması olanaksız bir büyü.
İnsanı etkileyen, heyecanlandıran bir mekânda bizler de izleyiciler olarak
sanatla bütünleşiyoruz. Benzersiz bir
haz tattıran gizemli bir dil yaratılıyor bu mekânlarda. Amaçlanan da bu zaten.
Sanatçı ile izleyicinin buluşması. Bu
buluşmayı yaratmak hiç de kolay olmuyor.
Biz sergileri izlerken, bir sanatçıyla
tanışırken, heyecandan soluğumuz kesiliyor, zihin çarklarımız büyük bir hızla,
duyarlığımız büyük bir hazla katılıyor o serüvene. Birbirimizle konuşuyor,
tartışıyor, bilgi alışverişinde bulunuyoruz. Böylece pasif bir gözlem yeri
değil, aktif bir mekân haline geliyor sergi alanları.
Bir sergi alanı, deney ve düşünce üretilen
(üretileceği arzulanan), sanatı izleyici kitlesiyle bir araya getiren geçici bir
mekân. Dünyanın bir parçası olmanın daha adil, daha hoşgörülü, daha ahlâklı
yollarına ulaşmanın ve bu koşulların yaratılmasının amaçlandığı bir mekân.
Avrupa'da
ortaya çıkan sanat akımının en büyük isimlerinden ressam Salvador Dali'nin
ölümsüz eserleri İzmir'de
Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi'nde Fahri Özdemir'in küratörlüğünde “Salvador
Dali İzmir'de” başlığıyla 17 Ocak – 20 Mart 2013’e kadar sergilendi. Ardından 27
Nisan – 19 Mayıs tarihleri arası bir başka büyük bir sergi; “Türk Resminde 100
Yüzü”… Türk resmine yön veren İbrahim
Çallı’dan Abidin Dino’ya, Fikret Mualla’dan Burhan Doğançay’a kadar Türk
resminin temelini oluşturan ressamların eserlerini buluşturan Türkiye’deki son
yılların en kapsamlı sergisi. Şimdi de (27 Mayıs – 14 Temmuz 2013 tarihleri
arası) yine resim alanında bir dünya devi; “Joan Mıro” ve onun çok kapsamlı bir sergisi; “Düşlerimin
Rengi”; küratörü yine Fahri Özdemir.
Sanat yönetmeni, çevirmen, yazar ve de iyi bir koleksiyoner olan
Fahri Özdemir çok yönlü bir kişilik. Salvador Dali’nin eserlerini Paris'ten,
İspanya'dan toplayıp getirmiş Türkiye’ye. Eserler İstanbul ve İzmir’den sonra
üç ilde daha sergilenip Gürcistan'a gidecek. Bu sergiyi özel kılan, aynı serginin 1968
yılında Dali tarafından açılmış olması. “Zodyak”,
yani burçlar sergisi ise başlı başına bir konsept. Dali’nin bir dönemini ve bir temasını
sergilemesi açısından çok özel bir sergi. Sanat küratörü olarak resimlerin nasıl ve hangi sırayla
yerleştirileceğine, renklerin uyumuna dikkat ediyor. Örneğin Dali sergisinde beş resim çok
önemliydi. Beşinin de bir arada olması
gerekiyordu. Ayrıca sergiye ismini veren
Zodyak konseptini oluşturan burçları birbirinden ayırmamak gerekiyordu. Tüm
bunlar küratörün işiydi. Bazı eserler
taş baskıydı, kimi için ipeğine basılmıştı, bazıları ise kurşun baskıydı. Küratörün eserleri çok iyi tanıması ve ona
göre yerleştirmesi gerekiyordu.
Fahri
Özdemir aynı zamanda bir koleksiyoner demiştim sözümün başında; sahafta kitap
arasından tesadüfen çıkan bir Atatürk kartpostalıyla başlıyor koleksiyonerliğe.
Ve koleksiyonerliği şöyle anlatıyor:
“Öyle büyük bir hastalık, öyle bir dipsiz kuyudur ki koleksiyonerlik onu
ancak yapan bilir. Ama tarifsiz keyif veren bir hastalık; çok farklı bir duygu.
Türkiye'deki en büyük Atatürk, en büyük Çanakkale Savaşı, en büyük Kurtuluş
Savaşı koleksiyoneri benim. Koleksiyonumda,
yüzde sekseni henüz hiç bir yerde yayımlanmamış, 13.500 tane orijinal fotoğraf
var. Sadece Atatürk için beş yüz
sayfalık bir albüm yaptım o kadar.”
Fahir Özdemir felsefe eğitiminden gelen bir çevirmen.
Neruda’nın, Furuğ’un, Lorca’nın, Prevert’in, Apollinaire’in, Tagore’un, Paul
Eluard’ın ve hepsinden önemlisi Aragon’un aşk şiirlerini Türk edebiyatına
kazandırmış bir çevirmen. Bu sayımızda bu üç serginin küratörülüğünü yapan
Fahri Özdemir’i sizlere tanıtmak için onunla bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sanat
küratörü olarak tanıyor sizi İzmirliler; ama aslında siz yazar, yayıncı,
çevirmen ve hepsinden önemlisi bir koleksiyonersiniz. Bize kendinizi tanıtır
mısınız?
Sanat ve politika alanlarında
çeşitli dergi ve gazetelerde yazıyorum. 2006 altı yılında kırmızı yayınlarını
kurdum. Burada şiir, felsefe, roman, sosyoloji ve dünya klasiklerinin en önemli
kitaplarını yayımladım. 1Eylül 2012’de yayınevini abime bırakarak ayrıldım. Ama
yayıncılık bir hastalık. Şimdi yeni bir yayınevi kurma çalışmaları içindeyim.
Çevirmenlik ise sevdiğim eserleri Türkçe’ye kazandırmakla sınırlı. Örneğin:
Prevert, Neruda, Aragon, Furuğ, Lorca, Tagore başta olmak üzere birçok sevdiğim
şairi Türkçe’ye kazandırdım. Koleksiyonerliğim ise aslında küratörlüğümün
temelini oluşturuyor. Gururla söyleyebilirim ki Türkiye'deki en büyük
"Atatürk Fotoğrafları", "Çanakkale Savaşaları
Fotoğrafları", "Kurtuluş Savaşı Fotoğrafları" ve de "Namık
Kemal'den günümüze birçok şairin orijinal el yazmaları" sanırım bana ait.
Sanırım benim için yeterli bunlar.
Günümüzde küratör sergileri, şehir sergileri, farklı sanat disiplinlerinden
gelen sanatçıların sergileri, klasik anlamda müze sergileri gibi çok farklı
türde sergiler açılıyor. Binlerce sergi
ve tutum var. Bu farklı türdeki
sergileri hazırlarken sergi düzenleme stratejileri birbirinden nasıl ayrılıyor?
Örneğin, bunları ayrı ayrı değerlendirmek, tarihsel sınıflandırma yapmak
gerekli oluyor. Kısaca bir serginin alt yapısından söz etmek istiyorum. Hangi aşamalardan geçiyor sizin sergileriniz?
Düzenleme stratejilerini aslında
sergilemenin temel unsurlarını oluşturur. Bana göre bu temel unsurlar da
sanatçı, eser ve mekândır. (tabi karma sergilerde bu unsurlar değişebilir.) Bu
üç önemli unsurda kendi altlarında birçok ayrımın detaylarıyla bütünleşir.
Örneğin: akımlar, anlayışlar, eserlerin tarihsel süreçleri ve farklı konsepler
gibi.
Benim sergilerim çoğunlukla kişisel
ya da konu üzerinedir. Örneğin Ocak ayında açtığım Salvador Dali'nin
"Zodyak" adlı sergisi, Dali'nin 1959 – 1968 yıllarını kapsar. Nisan
ayında açtığım “Türk Resminin 100 Yüzü" adlı sergi ise bana göre Türk
resminin en önemli kilometre taşlarını oluşturan 100 sanatçının eserlerini
kapsıyor. Dedim ya bu benim değerlendirmem. Başka arkadaşlar farklı
yorumlayabilir. Örneğin: İbrahim Çallı, Abidin Dino, Avni Arbaş, Burhan
Doğançay, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Fikret Mualla, Burhan Uygur ve diğerleri gibi.
Hepsi bir dönemim en büyük öncüleri. Keza son açtığım Joan Miro’nun “Düşlerimin
Rengi” adlı sergi de böyle. O da Miro’nun 1955 ile 1975 yılları arasında
yaptığı bana göre en önemli 40 orijinal eserini kapsıyor..
Günümüzde her sanat etkinliğinin arkasında toplam bir küratörlük çalışması
bulunuyor. Böyle kapsamlı etkinlikler
bir ekibin ortak ürünü olarak çıkıyor karşımıza. Galeri yöneticisi, eleştirmen,
akademisyen, sanat tarihçileri sanat ortamında varlıklarını duyuruyor, görevler
üstleniyorlar. Böyle bir ortamda sanat
etkinliği yapmanın yararı da göz ardı edilemez.
Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Farkında
mısınız? Aslında yanıtı da sorunuzun içinde. Bir sanat için olmazsa olmazları
saydınız yukarıda. Birbirlerini fark etmeden denetleyen mekanizmalar hepsi. Ve
biri olmazsa hiç biri olmaz. Ama diyeceksiniz ki Türkiye’de bunlarsız da
olabiliyor, evet doğru, ama onlar sanat değil, ya da sanat kisvesi altında
yapılan aldatmacalar.
Bir küratörün yetişmesi için hangi disiplinlerden geçmiş olması
gerekiyor? İyi küratörler nasıl, nerede
yetişiyor?
Bu
konuda artık çok ciddi eğitimler veren okullar var. Gerek yurtiçinde, gerek
yurtdışında artık bu alan kendini çok geliştirdi. Bana göre her hangi bir
disiplinden gelmesi çok önemli değil; önemli olan sanata ve insanlığa karşı
sorumlu duruşu önemlidir. Çünkü insanlığı kurtaracak tek yol “sanat”tır.
İnsansız da sanat olamayacağına göre,
yalansız ve sorumlu tavırla bunların yorumlanması ve sunulması bana göre
küratörlüğün temelini oluşturuyor. Bu anlattıklarımdan da anlaşılacağı gibi çok
eğitimden daha önemlisi küratörlerin kendilerini geliştirmesidir. Hoş ben bunun
bir eğitimini almadım ama sanırım kendimi yetiştirdim diye düşünüyorum. Yani
kısacası eğitimden çok insanın kendini yetiştirmesiyle oluşan bir olay bu.
Bir sanatçının alanını açmakla, genişletmekle, yani izleyicilerin işin
içine girmesiyle, sanatın yayılmasıyla ilgilisiniz. Sergiyi tasarlarken neler
üzerinde düşünüyorsunuz? Bir sanatçıyla
ve eserleriyle karşı karşıya olmak nasıl bir duygu?
Önce sergisini açacağınız sanatçıyla
aranızdaki bağı iyi değerlendirmelisiniz. Sanırım sevmediğiniz bir sanatçıyla
verimli çalışamazsınız. Ya da kuracağınız bir serginin içine giremezsiniz. Ben
ticari unsurları hep ikinci planda tuttuğum için sanırım daha rahat ve daha
verimli çalışıyorum. Daha seçici davranabiliyorum. İşte bu seçicilik beni daha
başarılı kılıyor.
İyi bir serginin reçetesi yok muhakkak.
İyi bir sergi için gerekli olan sizce nedir?
İki temel taş: eser ve mekân.
Resim ve heykelden tutun da farklı
sanat dallarında birçok güzellikler var dünyamızda. Ama eserlerin varlığı bazen
çok yeterli olmuyor. Bunlar için iyi mekânlara da ihtiyaç var. Bu iyi mekânların
da hem teknik hem de kadro olarak iyi donatılmış olmalı. Yazık ki Türkiye'deki
en büyük felaket kadroların niteliksizliği. İsterseniz bu niteliksizliği açayım
biraz. Avrupa'nın en büyük sanat merkezini yapmak yeterli değil. Bu merkezlerin
başında sanatı ve sanat tarihini, kültürü iyi bilen insanların olması gerekir.
Yani sağdan soldan emekli olmuş sanattan anlamayan yalnızca ve yalnızca ablası
ya da abisi bir yerlerde yetkili olan insanları bu merkezlerin başına
koyarsanız bu merkezlerde çuvallarsınız. Örneğin: bir kargo’dan emekli birini
her hangi bir kültür merkezinin başına getirirseniz orası kargo şirketi gibi
yönetilir… Onlar için eser sadece bir maldır… Yazık ki bu ülkede kargo
şirketleri gibi yönetilen çok kültür merkezi var… Dedim ya nedeni ablalar ya da abilerin bir
yerlerde yetkili olmaları. İşin en acı yanı da o ablaların ve abilerin de
sanatı hiç anlamıyor olması ve de mangalda kül bırakmayışlarıdır… Toplumlar
için bu kültür merkezlerinin sorumlularıyla beraber bu ablalar ve abiler de
insanlık için inanın en az “Hitler” kadar tehlikeli ve suçludurlar... Bu
toplumun ilerlemeyişinin bana göre yegâne sorumlusudurlar... Çünkü onlar
sanattan anlamadıkları için bulundukları konumda sanatın icra edilmesini de
istemezler… Çünkü bulundukları yerde sanat icra edilirse onların rahatı bozulur
ve yorulurlar.. Onların yöneticilik yaptıkları kültür merkezleri, otopark ya da
garaj olarak işlese inanın bu topluma daha büyük fayda sağlar…
Diğer bir temel unsur için ise eser
dedim. Sanat eseri nedir önce ona bakmalı. Bana göre eser: geleceğe kalan ve
hayata yön veren tüm beğenilerdir. Bir serginin yolunu ve yöntemini de bu
belirler işte.
Sergilerin şehirle, arşiv çalışmasıyla, küresel dolaşımla, izleyicinin
konumu ve izleyicinin duruşuyla kurduğu ilişkinin öneminden söz edelim,
isterseniz. Bu konuda İzmirlilerin sanata bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İzmirlilerde sanatsal bir alt yapı bulmuş olmalısınız ki, bu ikinci ve üçüncü sergi
mekânı olarak yine İzmirlilerin karşısındasınız.
Evet,
İzmir büyük bir potansiyel sanat için… Nedense büyük sergiler hep İstanbul’da
oluyor, ama burası nedense hep taşra olarak görülüyor. (Aslında bunun sebebi de
demin saydığım niteliksizliktir.) Oysaki çok ciddi bir potansiyel var İzmir’de…
İnanın ne kadar ileri derecede sanatı sunarsanız İzmir’e o diğer illerden daha
iyi refleks verecektir size. Ben bunu yaptığım üç sergide fazlasıyla gördüm…
İzmir hep güzelliklere değer bir şehir…
Salvador Dali’nin Zodyak koleksiyonunun ve onun otuz üç eserinin
sergilendiği Adnan Saygun Sanat Merkezindeki sergisine yoğun bir ilgi gösterdi
İzmirli sanatseverler. İkinci ve üçüncü sergi mekânı olarak yine İzmir’i
seçtiniz; ama bu kez Bornova Kent Arşivi ve Müzesi Dramalılar Köşkü’nde sergi
açtınız. Bu sergilerin oluşum sürecini
bizimle paylaşır mısınız?
Birinciyi
paylaşmanın pek bir anlamı yok… İkinci ve üçüncü sergiler bana çok keyif verdi.
Çünkü sanatı isteyen ve onu insanlarla paylaşmak için çaba gösterenlerle
birlikte olmak insana güç veriyor, yeni yaratımlar sağlıyor. İşte bu yüzden
Bornova Belediye Başkanı sayın Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır’a teşekkür etmek
gerekli. Çünkü benim önümü çok açtı… Sadece benim değil sanata gönül veren
herkese elini uzattı. İşte bu heyecanla taşıdım tüm sergilerimi Bornova Kent Arşivi
ve Müzesi Dramalılar Köşkü’ne. Ve Burası Sanatın en yüce değer sayıldığı bir
yer. Ve burada ağabeyler ablalar yok, insan var. Yani siz, yani ben, yani
toplum…
Bir
küratörün sabırlı olmak, hızlı olmak, geniş bir sanat birikime sahip olmak,
meraklı olmak, gibi niteliklere sahip olması gerekiyor. Yalnız bu birikimler de
yeterli olmuyor. Bir küratörün dünyanın
yaşanılabilir olmasını sürdürmeyi ve dünyanın bugüne kadar olandan daha çok
şansı hak ettiğine dair kırılmaz bir inancı olması gerekiyor. Fahri Özdemir ile yaptığım bu söyleşiden ben
bu sonuçları çıkardım. Onda sanat
tutkusunu gördüm. Önünde yapacak çok işi var, yolu
açık olsun.
Raşel
Rakella Asal
17 Mayıs,
2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder