19. yüzyıl Avrupa edebiyatında ‘realizm’in yaratıcısı, klasik roman tekniğinin kurucusu olarak kabul edilen Honoré de Balzac, 1799’da Tours’da doğar. Önce Vendome Kolejinde, sonra Paris’te, yatılı iki okulda okur. Bir ara noter kâtipliği, daha sonra matbaacılık yapar. Borçları vardır, onları ödemeye çalışır. 1829’da, Dante’nin The Divine Comedy’sinden esinlenerek, içine l50’ye yakın yapıt, 2504 kişi ve kişiler topluluğu sığdırdığı İnsanlık Komedyası’nı oluşturan çalışmalarını yayımlamaya başlar. Bu, zahmetli bir çalışmadır. Edebiyat yolunda zaferi, serveti ve gücü düşler. Bir yazar olarak elde edeceği başarıların, kendisine siyaset mesleğinin yolunu açacağını umar. Ne yapacağını tam olarak bilmemektedir; yeteneklerinin farkında değildir ve sınırsız bir isteğe sahiptir.
Yirmi ile otuz yaşları arasında,
onu, daha sonraları düzenleyeceği, zenginleştireceği ve yapıtlarını kurgularken
bol bol kullanacağı yaşam deneyimi edinirken görürüz. Bu arada l820’den
itibaren Pere-Lachaise mezarlığında dolaşmak onun için alışkanlık halini alır;
burada belleğini gerçek adlarla donatır. 1820’de evlenip Bayeux’de yerleşen kız
kardeşi Laure’dan, hemen yöre sakinleri hakkında bilgi ister:”Nasıl giyinirler,
nasıl konuşurlar, gelenekleri, alışkanlıkları nelerdir?”Her şey merakını
uyandırmaktadır.”Oturduğun sokağın adının niye Teinture olduğunu öğrenmek
istiyorum”diye mektubunda sorar. Amacı bir meydanın, bir sokağın, bir evin
görünümünü, bir kenar mahallenin ya da bir şehrin topoğrafyasını toplamak,
karakterlerine yaşamın yoğun özgünlüğünü verebilmek için, onların yaşadıkları
ortamı yaratmaktır. Böylece yaşamı tatsız tuzsuz kopya etmek yerine yaşamın
özüne inebilecektir.
‘Sönmüş Hayaller’i yazarken Madam Carraud’ya şöyle yazar: “Murier Meydanına, gelmek için geçilen,
tenekecinizin de bulunduğu sokağın adını öğrenmek istiyorum; bir de Murier
Meydanı ve Adliye Sarayı boyunca uzanan, Mösyö Berges’in ilk evine doğru giden
sokağın adını; bir de katedrale açılan o kapının adını ve bir de Minage’a
giden, katedralin kapısının hemen dibinde başlayan, sur boyunca devam eden o
küçük sokağın adını rica ediyorum…’
Bu gençlik yıllarında, Birague’ın Kadın Mirasçısı ve Ardennes
Papazı takma adlarını kullanarak yazar.
Sanayiyi ve ticareti dener, bir
basımeviyle ortak olur. Klasikleri, düşük
fiyata, resimli baskılarla yayımlamaya girişir. 1827’de Marais-Saint-Germain Sokağındaki,
basımevini zararına satar. Bu girişimin
tek artısı, basımcılar ve kitapçılar üzerine, ileriki romanlarında kullanacağı
birçok kaynağı edinmiş olmasıdır. Borçları vardır. Daha sonraları l828’de
içinde bulunduğu durumu şöyle özetler: ”Yaşamak
ve yüz yirmi beş bin frankı ödemek için sadece kalemim vardı” İşte ölümüne
kadar Balzac’ın içinden çıkamadığı maddi güçlüklerin başlangıç noktası
bunlardır. Ama o, azimle kendini
yapıtına verir. 1827’den itibaren onu,
geçimini sağlamak ve alacaklılara ödeme yapmaktan oluşan ikili sorununu çözmek
için var gücüyle uğraşırken görürüz. Korkuları, hayal kırıklıkları,
yalnızlığıyla kim bilir kaç kez dibe vursa da meydan okumaktan asla vazgeçmez.
Başarısızlıkları, onu küstüreceğine kamçılayıcı bir rol oynar.
Çalışmak, son nefesine kadar
çalışmak yaşamının tek amacı olur. Zweig’e göre, yaşamı garipliklerle doludur.
Çelişkileri, tutkuları, hayalleri, girişimleri, enerjisi, hırsı, görme yetisi,
sezgileri… hepsi olağanüstüdür, bizi şaşırtır. Karamsarlığı, içe kapanıklığı ve
toplum yaşamına karşı tepkisel duruşuyla, asosyal bir kişi haline gelir. 1825
yılında ona hayatın anlamını yeniden geri kazandıracak ve ona maddi anlamda
destek verecek kişi olan Madame Laure de Benry ile tanışır; ona âşık olur. Onu
toplumla barıştırmaya çalışacak olan, kendinden yaşça büyük kontes, Vadideki Zambak’taki Madame de Mortsauf
ve Sönmüş Hayaller’deki Madame de
Bargeton gibi pek çok kadın kahramanının ilham kaynağı olur.
Ancak özel hayatı ile başarısız ticari deneyimleri arasında
bir denge kuramaz.
İnsanlık Komedyası’ndaki çalışmaların ilki olan Şuanlar’ı (Köylü İsyanı) yazar. Roman maddi bir gelir sağlamasa da adı
edebiyat çevrelerinde yer almaya başlar. Dur durak bilmeden yazar. Yazma sancısı yaşadığı, sinirsel gerilimli
olduğu zamanlar kendisini rahatsız edecek kadar çok kahve içer. Bütün günü Evliliğin Fizyolojisi üzerine çalışarak geçirip, gece saat dokuzdan
ikiye kadar Özel Yaşamdan Sahneler’in
provalarını düzeltmektedir. Üç gün üç gecede Köy Hekimi’ni bitirir.
Bir aksiyon adamıdır. Geceleri
yazar, gündüzleriyse yaşar. Onun için yaşam, yazma alışkanlığı haline gelir.
Günlük düzeni şu şekildedir: Akşam altı
ya da yediden sabahın birine kadar uyku; sekize kadar çalışma; sekizden dokuz
buçuğa yine uyku; sade kahve; dokuz buçuktan öğlen dörde kadar çalışma, banyo
ya da gezinti ve dörtten altı ya da yediye kadar akşam yemeği. Bu tempo, yaşamının sonuna kadar, az çok bu
şekilde devam eder. Cesar Birotteau’yu
yazarken yirmi beş gün uykusuz kalır. Köy Hekimi’ni yetmiş iki saatte ve bir
çırpıda yazmış olsa da provalarını düzeltirken bu yapıta altmıştan fazla
gecesini verir.
Zafer, on yıl sonra, hızla gelir.
1831’de Tılsımlı Deri’yi bitirir. 1830-1831
arasında süreli bir yayında okuyucu önüne çıkar. Kitap halinde yayımlandığında ilgi
ile okunan roman Honoré de Balzac imzasını taşır. Bir ay sonra, tekrar çıkan
ikinci baskıya on iki felsefi öyküyü de katar. Felsefi öğeler de içeren roman, yazarına
alışkın olmadığı maddi bir kazanç getirir. Balzac, o zaman için hatırı sayılır
bir meblağ olan 5000 franklık gelir elde eder. Roman, fantastik öğeler
taşısa da burjuva materyalizmini gerçeklikle portreler. Bir kumarhanenin, bir
antikacı dükkânının, bir balonun ayrıntılı tasvirlerle anlatıldığı romanda, çağının
Fransız toplumunun tablosunu başarıyla verir.
Tılsımlı Deri, Raphael de Valentin’in öyküsüdür. Bu romanda, iflas
etmiş olan ve intihar etmek isteyen genç Raphael de Valentin’e, Paris’te, 1830
yılında bir eskici, tılsımlı bir deri parçası verir. Tılsımın, genç adam ne
isterse onu gerçekleştirmek gibi bir özelliği vardır; ancak her isteğin yerine
getirilmesi sonucu derinin boyu küçülecek, bu da deriye sahip olanın yaşamının
kısalmasına neden olacaktır. Rastignac, bir gün onu Taillefer’in evindeki bir
içki âlemine götürür. Raphael, gerçekleşen her isteğinden sonra tılsımlı
derinin daralıp küçüldüğünü fark eder. Pauline adlı bir genç kız kendisini
sevmektedir ama o, erişilmez kontes Feodora’yı baştan çıkarmak amacındadır.
Raphael daha sonra zengin olmayı ister ve bu isteği de hemen yerine gelir. Yeniden
Pauline’i bulur; artık onunla mutluluk içinde yaşamaktadır. Ancak istekleri
karşısında tılsımlı deri iyice küçülmüştür. Derinin küçülmesini önlemek için
her türlü çareye başvurur ama başaramaz. Nitekim deri, kahramanın son isteğiyle
birlikte yok olur; Raphael de ölür.
Otuzlu yaşlarını süren Balzac’ın
kariyer grafiği, artık çıkışa geçmiştir. Edebî çevrelerce tanınır hale gelmiş, entelektüel
ortamlarda boy gösterir olmuştur. Elde ettiği bu başarıyı ve çok sevdiği bohem
hayatının avantajlarını kaybetmek istemeyen yazar, olağanüstü bir çabayla,
kendini yazmaya adar. Bedeninin kaldırabileceğinin çok üstünde bir performans
sergiler. 1832 yazında aklını
kaybetmenin eşiğine gelir. Bu dönemde kaleme aldığı ‘Louis Lambert’ adlı otobiyografi niteliğindeki romanında, söz konusu
depresyonun etkileri hissedilir.
1833’te Balzac, yazdığı tüm
romanları bir araya getirmeye karar verir. Böylece, birbirinin tamamlayıcısı
haline gelecek olan bu romanlar, üzerinde durduğu toplumsal konuları tam
anlamıyla ifade edebilecektir. Oluşacak serinin ilk tohumları atılmış olur. Fransız
burjuvazisinin alışkanlıkları, atmosferi, gelenekleri ve yaşam tarzı ile ilgili
çizdiği tablo net bir şekilde görülebilecektir. Eleştirel düşüncelerinin ve
savunduğu ideolojilerin etkisiyle, yaşama realist bir pencereden bakar. Aynı
zamanda bir tanıklıktır bu; Fransız
insanının ve toplumunun türlü hallerinin tespitidir.
1835 yılında, "La Chronique de
Paris" adlı bir gazeteyi satın alır, yeniden hırsla yazmaya koyulur; bir
dünya klasiği olan "Vadideki Zambak
", bu dönemin bir ürünü olarak ortaya çıkar. Yoğun çalışma temposuyla
kendini çok fazla yıpratan yazar, kitabın yayımlanmasının ardından bir kalp
krizi geçirir. Sonrasında ise hayatının önemli bir bölümüne damgasını vurmuş
olan Madame de Berny'yi kaybederek büyük bir sarsıntı yaşar.Tüm bu olumsuz
gelişmelerin yanı sıra, finansal sorunlar yüzünden gazetesi de iflas edince,
yayıncısı Bulloz ile arası bozulur, gazeteciliğe bir süre ara verir.
Tılsımlı Deri’deki Raphael de Valentin de Balzac’ın bir benzeridir,
Balzac her an kitabın içinde boy gösterir. Raphael, tıpkı Balzac gibi, dünyanın
simgesi olan Paris’te dünyayı fethetmeye çalışır. Amacı, Balzac’la birdir. Valentin
de Balzac gibi yaşama karşı hep açlık duyar.
İktidar hırsı yüzünden neredeyse kafası karışmıştır. Balzac da, küçük,
gösterişsiz masasında, tıpkı ‘simyacının altınını döküm potasına atması gibi’
yaklaşır; onu sahip olduğu en değerli eşyalardan daha fazla sever. Çünkü yazmak
en derin hazlarının, en büyük ıstıraplarının tek sırdaşıdır. Bir tek yazı
masası, yaşamının sırdaşı, yaşamının gizli tanığıdır. (“Tüm
sefaletimi gördü, tüm planlarımdan haberdar, düşüncelerime kulak misafiri oldu,
yazarken üzerine yaslandığımda kolum onu neredeyse zorbaca kullandı.”)
Büyük bir inatla mücadelesini sürdürse de, hedefine ulaşamaz. Gerek Balzac
gerek Raphael de Valentin, tutkunun cehennemi gücü karşısında hırpalanırlar.
Roman kahramanı Raphael’in
kaldığı pansiyon, bir yazar olarak yazma
çabalarının yer aldığı bölümler (“Yazdığım
komedi yakında bana ün getirecek, servet getirecekti.”) romanda kendi
hayatından otobiyografik kesitler sunar. Yaşanmış olandan yola çıkarak
romanlarını kurguladığına dair bir örnek Tılsımlı
Deri’deki Feodara karakterini nasıl yarattığına dair sorulan soruya şu yanıtıdır:
“Feodora’yı, yakından olmasa da tanıdığım iki kadından esinlenerek
yarattım. Gözlemler ve verilen bir iki
sır yeterli oldu. Kimi nazik kişiler
Paris’in en güzel fahişelerinden biriyle flört ettiğimi ve perdelerin arkasına
saklandığımı söylüyor. İftira. Gerçekten de bir Feodora’yla tanıştım ama
hiçbir zaman onu tasvir etmeyeceğim, zaten onunla Tılsımlı Deri’yi yazmadan çok
önce tanışmıştım.”
“A! Feodara’ya rastlarsınız. Dün
Bouffons’daydı, bu akşam da Opera’ya gidecek. O her yerde. Toplum gibi, diyebilirsiniz”. (Tılsımlı Deri, s.290)
Romanın ana teması ‘arzu’,
‘tutku’ ve ‘uzun ömürlülük’tür. Balzac, Tılsımlı Deri’de tutkunun arzu ile
kapıştığı durumu sergilemeye çalışır. Arzu etmek, aşırı derecede
bağlanmaktır. Kendinden geçercesine,
kendini kaybedercesine bağlanmaktır. Arzu hiç doymak bilmez. Tutku, arzu ve
istemlerin şekillenmesidir. Herhangi bir şeye karşı aşırı istek duymaktır. Körü
körüne bağlanmaktır. Tutku önce bir kıvılcımdır. Aniden çıkar, insanı şaşırtır.
Düştüğü yerde yanmaya başlar. Alev alev. Hem öyle bir yanar ki bir türlü
söndürülemez. Kişi ondan kaçmak, kurtulmak istese de artık onun esiri olmuştur.
Kişiyi dizginler. Mantık ağır ağır yok olunca kişi tutkunun kölesi olur. İşte o
zaman sancılı bir yaşam başlar, yavaş yavaş kişiyi tüketir, bitirir. Balzac’a
göre, tutku, başlı başına insanlığın kendisidir. Tılsımlı deri, sahibinin
yaşamını simgeler. Sahibinin her arzusu
yerine geldiğinde tılsımlı deri büzülür, özellikle güç için arzulandığında daha
çok kısalır. Tılsımlı deriye sahip olunca, hayatı pahasına, Raphael’in her
isteği harfi harfine yerine gelir. Raphael çok mutludur; ölmeden önce dünyevi zevklere
sarılabilecektir. Balzac hemen romanın başlangıcında saptadığı temayı okura
yaşlı antikacının ağzından sunar:
“Şimdi size bir iki kelimeyle insan hayatının büyük bir sırrını
açıklayacağım. İnsan iki şeyle tükenir,
içgüdüyle oluşan bu iki şey onun varlığının kaynaklarını kurutur. Bu iki ölüm nedeninin aldığı bütün biçimleri
iki eylem özetler: istemek, yapabilmek.”
“…istemek yakar bizi, yapabilmek de tüketir; ama bilmek, şu zayıf
varlığımızı sonsuz bir sakinlik hali içinde tutar.”
Antikacı, kendi yaşamından söz
eder. İçindeki isteğin öldüğünden, hareketliliğin, yani yapabilmenin de
organlarının olağan yaşlanmasıyla köreldiğinden, hayatını aklına bağladığını
söyler. Hayatını ne kalbine ne de duygularına bağlamıştır. Kalp kırılgan,
duygular da coşkuludur. Bu yaşta, duygularının kölesi olmamayı, aklından başka
hiçbir şeye bağlanmamayı öğrenmiştir. Çünkü akıl yıpranmaz, her şey ölür, o
yaşar.
İkinci bölümde (Kalpsiz
Kadın) Raphael’in arkadaşı Emile’e öğrencilik
yıllarıyla ilgili çektiği sıkıntıları ve Feodora adlı zengin bir kadına olan
tutkusu flashback tekniği ile verilir. Yolda Eugene de Rastignac adlı bir adam
karşılarına çıkar; onların yüksek sosyetenin dünyasına girmelerine rehberlik
eder. Eugene de Rastignac Balzac’ın diğer romanlarında da adı geçen bir
karakterdir. Kurguladığı bir karakteri
zaman zaman diğer romanlarında da kullanması, Balzac’a özgü bir roman
tekniğidir.
Balzac’ın roman evreni onun
tanıdığı, gördüğü ve yaşadığı yaşam kesitlerinden alınmıştır. İnsanoğlunun harika yönlerini de görür,
şeytani yönlerini de. Şeytan, tutkunun efendisidir. Tutku, yapıcı olduğu kadar,
yıkıcıdır da. Bunun, insanın doğasının çatışan ve kolaylıkla silinemeyecek bir
özelliği olduğunu bilir. Çevresini böyle oluşturur ve gözlemlediklerini bize
aktarır. Edebiyatın, başka yaşamları, gerçeklikleri anlamasını
sağlayabileceğine olan inancıyla, tutkuyla yazıya sarılır. Her bir kitabı,
okuru, Fransız toplumunun içine davet eder; odalarında dolaştırır, sofralarında
yemek yedirtir, Fransız insanını tanımamıza imkân verir. Tılsımlı Deri’de Palais Royal’da, Notre Dame Katedralinde, Saint
Honre Caddesi’nde, Tuileries’de gezinirsiniz. Paris’in o günkü günlük
görüntüleri romana büyük bir gerçeklikle serpiştirilmiştir.
Anne-Marie Baron, Balzac ve Sinema adlı incelemesinde
Balzac’ın bir evren yaratıp, tıpkı Homeros’un yaptığı gibi, öyküleme ve
sahneleme yoluyla, canlandırma yeteneğini ortaya Konu:koyduğu yorumunu getirir.
Dramatik nitelikten çok epik bir nitelik taşıyan İnsanlık Komedyası’nı belli
bir ritimde, kurmaca kişilerin sergilendiği belirli bir dönem yapıtı olarak
sınıflandırırken bu yorumunu şöyle açıklar: “Balzac, okuru kendisinden söküp çıkarabilecek bütüncül bir tür, yaşamı
tatsız tuzsuz kopya etmek yerine yaşamın özünü dile getirerek okuru kurmacanın
uzamına hapsetmeyi başarabilecek ideal bir biçim yaratmak istemiştir. ”İşte
bu yüzden son derece görsel nitelikli bir evren çizmeyi başarmıştır. Buna bir
örnek olarak Tılsımlı Deri’deki
Valentin’in antikacı dükkânına girdiği sahneyi gösterebiliriz. Valentin
antikacı dükkânına adım attığı andan itibaren, Balzac, gerçekçi ayrıntılarla
dokuduğu bu dekorla, okuru bir dünya turuna çıkarır. Antikacı dükkanı dünyamızı
simgeler. Antikacı dükkânında attığı her adımda, yeni bir ülke, eski çağlardan
kalma kabartmalar, akik kesmeler, göz kamaştıran yeşimler, hançerler, acayip
tabancalar, gizli silahlar gibi çeşitli ölüm aletleri, çini çorba kâseleri,
Saksonya tabakları, Çin işi saydam fincanlar, eski çağlardan kalma tuzluklar,
derebeylik çağlarından kalma şeker kapları, Michelangelo’nun yüce bir heykeli, birkaç
manzara resmi, Rembrandt’lar, Murillo’lar, Velasquez’ler, taşbaskısı
koleksiyonlar, albümler, geçmiş yılların tarihî eserleri ve kutsal emanetleri
ile karşılaşır. Yeryüzünün bütün ülkeleri oraya bilimlerinin birkaç
döküntüsünü, sanatlarının birkaç örneğini getirmiş gibidir.
“Bir cins felsefe gübresiydi ki bu, içinde hiçbir şey eksik
değildi: ne Kızılderili’nin çubuğu, ne
sarayın altın sırmalı yeşil terliği ne Arap’ın yatağanı ne Tatarların
putu. Askerin tütün kesesine, papazın
kutsal ekmek kabına, bir tahtın sorgucuna kadar her şey vardı.”
Dükkânda gezindikçe, gördüğü
tablolar karşısında da şu yorumu getirir: “Kulak
kesik kesik haykırışlar işitir, ruh bitmemiş facialar duyar, göz iyice
boğulmamış pırıltılar görür gibi oluyordu.
En sonunda, şu da vardı ki inatçı bir toz bütün bu eşyanın üzerine o
hafif örtüsünü sermişti…”
Yaşamı ve yapıtı, birbirlerini
besleyen iki ana damardır. Yapmak ve icra etmek Balzac’ta bir takıntı halini alır.
Yaşamının ana amacı olur. Yazmak, üretmek, işlemek, tamamlamak, ulaşmak onda saplantılı
bir tutku halini alır. Dengeli, ölçülü, hatta aklın, sağduyunun sesi
diyebileceğimiz bir sesten yoksundur. Bütün yaşamı ‘yazma’, ‘icra etme’
tutkusuna dönüşür. Bu tutku, onu her
şeyden koparır, doyurulması olanaksız arzularına damgasını vurur. Tıpkı bir
cambazın gergin bir ipin üstünde ölümü göze alarak yürümesi gibi, tutku uğruna
her türlü oyunu oynar. Ne yazık ki sonu ölümle bitecek ödeşmelere sürüklenir. “Vatanımız ciddi ve gerçek büyük adamlarından
birini kaybetti, çağımızı aydınlatan ışıklardan biri söndü: M. De Balzac dün
gece öldü. (...) (ey) sıradan prensler ve vekiller! yüzyılımızın
bir temsilcisi ve düşünce yaşamımızın bir prensi için millî yas, evrensel yas
ilan edin!” 20 Ağustos 1850 tarihinde Victor Hugo’nun başyazarı olduğu,
iktidara muhalif L’Evénement gazetesi Balzac’ın ölümünü bu satırlarla
bildirir Parislilere.
Elli bir yıllık kısa ve yalnız yaşamında, yirmi yıl
süren amansız çalışması sonunda Fransız ve dünya edebiyatında, çağına ve
insanlığa büyüteç tutan, kocaman bir evren, bir ‘İnsanlık Komedyası’ armağan eden Balzac’ın eserini bazı edebiyat
eleştirmenleri, bütün bir ömür boyunca parça parça inşa edilen ‘kâğıttan bir
katedral’ olarak betimlemişlerdir.
Susan Sontag, Sanatçı: Örnek bir Çilekeş adlı
denemesinde yazarlar hakkında şöyle bir yorumda bulunur:
“Yazar örnek bir çilekeştir; çünkü hem acı çekmenin en derin katmanlarına inmiş
hem de acısını yüceltmede (Freud’cu anlamda değil, sözcüğün düz anlamında
yüceltmede) profesyonel bir yöntem keşfetmiştir. Yazar, bir insan olarak acı çeker; yazar
olarak da bu acısını sanata dönüştürür.
Yazar, çektiği acıyı, sanatta elde edeceği kazanç uğruna kullanmayı
keşfetmiş kişidir - tıpkı azizlerin, ruhların selameti için acı çekmenin
yararlı ve gerekli olduğunu keşfetmeleri gibi.”
Rollo May, Yaratma Cesareti’nde, yaratıcılığı ölümsüzlük için duyulan bir
özlem olarak değerlendirir. Biz insanların ölümlü olduğumuz bilinciyle, bir gün
ölümle yüzleşeceğimizi bilir, onunla yüzleşecek cesareti geliştirmeye, bir
yandan da ona başkaldırmaya ve mücadele etmeye çalışırız. Rollo May, yaratıcılığın
kaynağını bu mücadeleye bağlar. Yaşama anlamını veren, ölüme meydan okuma
çabasıdır. Yaratıcı edim, başkaldırıdan doğar; yaratıcılık, kişinin ölümünden
öte yaşama tutkusudur. Rollo May’ın bu sözleri, bize yazma tutkusunu sonuna
kadar yaşamış, onu yaşam alışkanlığı haline getirmiş, adını, dünya edebiyatının
kalıcı çınarlarından biri olarak anılmasını sağlamış bu büyük yazarın hayatını anlamamıza
ışık tutmuş olmuyor mu?
19
Haziran, 2009
Kaynakça
Rollo May, Yaratma
Cesareti, Metis Yayınları, 1994.
Susan Sontag, Sanatçı,
Örnek bir Çilekeş, Metis Yayınları, 1998.
Honore de Balzac, Romancının
Evreninden Sahneler, Derleyen: Mehmet Rıfat, İş Bankası Yayınları, 2007
Stefen Zweig, Üç Büyük
Usta, İş Bankası yayınları, 1998
İnternet, Wikipedia, the free encyclopedia, La Peau de Chagrin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder