27 Aralık 2013 Cuma

YAŞAR KEMAL’in Romanı Yılanı Öldürseler’de ‘problematik’ Bir Kahraman Olarak Hasan



           Türkiye’de köy romanı olarak adlandırılabilecek tür, 1949-1950 yıllarından başlayarak köy kökenli ve çoğu Köy Enstitülerinden genç romancıların verdiği çok sayıda yapıtla ortaya çıkar. Aralarından ilki ve en ünlüsü Mahmut Makal’ın ‘Bizim Köy’ü olur. Bu yapıt yazın alanında  bir bomba etkisi yapar. Köyüne dönen öğretmenin başındn geçen olayların dile getirilmesi, Türkiye’de köylülerin yaşam koşullarının acımasız bir betimlemesidir. ‘Bizim Köy’ bir roman olmasa da biçeminin kesinliği ve anlatımsallığı, yazınsal eğilimli ve çoğu köy kökenli Köy Enstitülülere  kurgunun yolunu açar. Bu gençler çok sayıda yapıtla ortaya çıkarlar.

            Köy ortamından çıkma bu yazarlar arasında en önemli ve kuşkusuz en popüler romanı 1955’te  Yaşar Kemal yayımladı. Bu da Türkiye’de ve birçok ülkede baskısı yapılan ve yapılmakta olan ve Türk romanının dünyaya açılmasını sağlayan İnce Memed’dir. 1958’de yayımlanan Yılanların Öcü büyük bir coşku uyandırır.  Birçok kez yayımlanan bu romanın önsözlerinden birinde Baykurt şunları belirtir: “Bu kitap hepimizi rahatsız eden bir dille yazılmıştır. Çoğu bölümde konuşan, halkın bilinçaltıdır.” Güzin Dino Türk Köy Romanı Bağlamında Yaşar Kemal adlı çalışmasında Fakir Baykurt’un bu görüşünü  ‘Gerçekten de sözü alan toplumsal bellektir.”** diyerek destekler. F. Baykurt’un işaret ettiği ‘halkın bilinçaltı’, Anadolu köylüsünün, ağır ağır gelişen tarihsel evriminin kapalı dünyasında biçimlenmiştir. Bu ‘bilinçaltı’ aynı zamanda hem gerçek (eşitsizlik, iklim, adaletsizlik) hem de düşsel (söylenceler, batıl inançlar) bir dünyadan yüzeye çıkarlar. 

            Köy yazını özellikle Yaşar Kemal’in ilk yazılarıyla yeni bir boyut kazanır. Adana yöresinden olan Yaşar Kemal, 1952’de Sarı Sıcak’ta topladığı dikkat çekici öykülerle yazın yaşamına girer. 1955’te İnce Mehmet’le ün kazanır.

            Çukurova, yazarın çoğu romanının geçtiği bölgedir.  Bu bölge, kapitalizmin gelişmesiyle, derin ekonomik değişimlerin etkilerine maruz kalan ilk bölgedir. 19. yy.ın ikinci yarısından itibaren, başta pamuk olmak üzere tarım ürünlerinin uluslararası piyasaya açılması ve bölgeye yabancı sermayenin girmesi, 20. yy. da daha da hızlanacak olan ekonomik ve toplumsal bir dönüşüm sürecine neden olur. Devletin, göçebe aşiretleri yerleşik düzene geçmeye zorlaması, toprakların bir aşiret aristokrasinin elinde toplaması sonucunda gitgide değişik türden bir ‘feodalite’ oluşması, köyden göç ve topraksız köylünün hızlı proleterleşmesi (emekçi sınıfına geçişi), ayrıca özellikle Marshall Planı tarafından desteklenen tarımda makineleşme, Çukurova’nın çehresini değiştirmiştir. Bölgesel olmakla birlikte, çağdaş Türkiye tarihinde o zamana kadar bir eşine rastlanmayan bu dönüşüm, 1950’lere doğru ortaya çıkan ve yeni toplumsal ilişkilerin oluşumunu başarıyla yansıtan bir edebiyatın  kaynağı olur.

            Bu edebiyata Y. Kemal’in yaptığı katkı çok önemlidir. Ve apayrı bir konumda yer alır.  Kuşkusuz Y. Kemal’e göre de Türk köylüsü pamuk tarlalarında sömürülmektedir. Hastalığın ve toplumsal adaletsizliliğin de kurbanıdır. Yaşayabilmek için hem doğal güçlere hem de ağaların iktidarına karşı koymak zorundadır. Öte yandan da bir hayal dünyası, bir iç dünyası vardır köylünün. Sözlü geleneğin yüzyıllarca beslediği bir halk kültürünün mirasçısı olarak köylü, mitler yaratır, uydurur. Toprak elinden gidince söze sarılır. Sözü ele geçiren köylü, değişik bir iktidara sahip olur böylece. Y. Kemal köylü insanının iç dünyasını yansıtmakla, o geçiş dönemini de önemsemekle kalmaz, kendini bir geçiş döneminin tanığı olarak şöyle niteler: “Bu yüzyılın olağanüstü olaylarından birini yaşadım. Çukurova’nın geçirdiği büyük değişimleri yaşamak, daha sonra da bunları gözlemlemek ve yazmak fırsatını buldum.  Kendimi seve seve, beraberinde getirdiği tüm sorunlarıyla eski ile yeninin bir arada var olduğu bir geçiş döneminin tanığı olarak nitelendirebilirim.”

            Geçiş dönemlerini Georg Lukacs şöyle tanımlar: “Bütün büyük çağlar birer geçiş dönemidir, bir bunalım ile yenileşmenin, bir yıkımla yeniden doğuşun çelişkili birleşmesidir.  Bu süreç kendi içinde birçok çelişki barındırsa da, hep yeni bir toplumsal düzen ve yeni insanlar doğar.  Geçiş döneminin bir bunalım şeklinde kendini gösterdiği böyle bir dönemde edebiyatın sorumluluğu çok büyüktür.” Nedim Gürsel, Yaşar Kemal -Bir Geçiş Dönemi Romancısı * adlı incelemesinde çağdaş Türk edebiyatında Y. Kemal’in bu sorumluluğu  yüklendiğini söyler. 

            Nedim Gürsel, Y. Kemal’le olan bir anısını şöyle anlatır:  “Yıllar önce Y. Kemal’le yaptığımız bir tren yolculuğunda, ‘Her yazarın bir Çukurovası vardır.” demişti bana.  ‘Faulkner da, Kafka da, Joyce da bir bakıma  kendi Çukurovalarını yazdılar.’  Yaşar Kemal’in coğrafyası Kadirli’de tanıdığı demirci ustasından, kan davası güden Türkmen beyleriyle eşkıyalardan, çeltik tarlalarından, Toroslar’dan, oynaşan sazan balıklarına, yörük çadırlarına, Düldül Dağ’ının doruğundaki bulutlara, ırgat yüklü kamyonlara, biçerdöverlere, traktör homurtularına, fabrika uğultularına dek uzanır. Kısaca Çukurova ve toplumsal çelişkilerin yoğun yaşandığı bu ovanın insanları da bu çizdiği coğrafyada hep birlikte bir bütün oluşturur.  Yazar kendini şöyle ifade eder: ‘Çukurova tam bir Akdeniz’dir;  benim ülkemi Toroslar, yeni doğmuş bir ay gibi çevirmiştir. Ben hem ovalı hem dağlı hem de denizli bir adamım. Bu Çukurova toprağı benim kendi ülkem olduğu kadar, romanlarım için yaratığım bir ülkedir.”

            Yılanı Öldürseler’de Y. Kemal, Hasan’ı problematik bir kahraman olarak okuyucuya sunar. Georg Lucas,  Roman Kuramı adlı eserinde, ‘problematik kahraman’ı  ‘hep arayış içinde olan karakter’ olarak tanımlar. Ona göre bu arayış, roman yapısının temelini oluşturur.  Eğer kahraman bir arayış içindeyse, buna neden, kendisiyle dünya arasındaki bütünlüğün kopmuş olması ve kendi özünü bulmak için topluma karşı koymasıdır. Lukacs’a göre ‘problematik’ kahraman, bütünüyle yaşayamadığı mutlak değerler peşindedir. Bu bakımdan kahraman, bir ‘deli’dir, toplum dışı bir insandır. Arayışı da hiçbir zaman bir sonuca varmaz, çünkü bir sonuca varsa bu, kahramanla dünya arasındaki karşıtlığın aşıldığı anlamına gelir ki böyle bir durum roman dünyasının sonu demektir.

            Kan davası gerçek bir kimliktir Anadolu’da. Kan davasını gütmek bir kahramanlık, bir onur sorunudur.  Bunu aşiret töreleri adına yaparlar. Kanlı bir oyun olan kan davası, köylünün gözünde hem aşiretlerinin tarihi, hem de kaçınılmaz bir kaderidir. Kan davası onları başkalarından farklı kılar. Onlar kan davası ile, nesilden nesile devredilen  kan davası için yaşarlar.

            Hasan, aile onuru uğruna akrabaları ve köylülerin baskısıyla annesini öldürmek zorunda kalır. Dokuz yaşında işlediği bu cinayeti hiçbir zaman aklı almayacak, kabullenmeyecek ve anlamlandıramayacaktır. Aşiret törelerinin, bir çocuğu katil olmaya sürüklemesinin romanıdır Yılanı Öldürseler.

            Hasan romanın başında şöyle tanıtılır: “Bu köyden de çok çok kaçmak istiyordu. (... )Ne yapacağını bilemiyordu.  Bir şey biliyordu ki bu köyde kalmamalıydı.  Ya da anası gitmeli bir yere... Anası gitmeli.  Herkes anasına düşman.  İnsan bu düşmanlık içinde boğulur.  Anasına olan düşmanlık kendine de geçiyor, boğulacak gibi oluyordu bu köyde.  (...) İnanılmaz bir tedirginlikteydi Hasan.  Bu yüzden de kendini kuşlara, böceklere vurmuştu.  Şu dünyada sarılacak bir canlı, bir dal arıyordu Hasan.  Hasan olalı biteni hiç kimseye söyleyemiyordu.  Öldürseler de söyleyemezdi.  Hasan’ı sarmışlardı, kuşatmışlardı dört bir yandan.  Bir türlü, ne yapsa, nereye gitse bu kuşatmadan kurtulamıyordu bir türlü.  Başını taştan taşa vuruyor kuşatıldığı yerden, onu saran demir halkanın içinden bir türlü çıkamıyordu.  Her gün kaçmak, her gün mağaralar, kartallar, böcekler, yılanlar, her gün, her gün...”

            Ve böylece daha ilk sayfalarda Hasan’ın arayış içinde olduğu, okuyucuya verilir.  Babanın ölümüyle altı yedi yaşındaki Hasan’ın arayışı da başlar. Ondan, babasının katilini öldürmesi istenir. Töre böyledir. Babasının onurunu korumak Hasan’ın görevidir. Hasan karmaşık düşler görür. Düşünde babasını sazlıkta bataklığa saplanmış, bataklığın çamurunda debelendikçe saplandığını görür. Sonra ak kefenli, kefeni çamura bulanmış, gözleri pörtleyip dışarı uğramış baykuş olur babası. Uyurken uyanıkken Hasan, babası kocaman çıngıraklı bir yılan olur, onun ardını bir türlü bırakmaz. Kayalıklara, çam ağaçlarının tepesine, yattığı odaya, nasılsa, nereden bir yolunu bulursa çıkıp gelir karşısına.  “... Ben kıyamete kadar böyle hortlak gezeceğim, ben hortlak gezince de benim kanımı yerde koyan oğlum da onursuz, insanlar gibi insan içine çıkamayacak.” der Hasan’ın babası Halil. 

            Kısaca her şey Hasan’da düğümleniyordu.  Hasan bir şeyi daha anlamıştı.  Babasının ölümü anasının yüzünden olmuştu.

          “Görmesin gözüm, görmesin gözüm... Öldürülmeli anam, öldürülmeli.  O öldürülmezse    olmaz.  Çukurova’da kimse bizim yüzümüze bakmaz.  Babam da çıngıraklı yılan olaraktan Çukurova sıcağında, cehennemde yanar durur.  O ölmeli.  Anam ölmeli.         Esme ölmeli.  Esme ölecek...”

           “Bunu iyice, açık açık, günlerce düşünmüştü.  Ne kötülük. İnsan anasının ölümünü           ister mi?”

           “Anayı öldürmek kolay mı?  İnsan anasına kıyamaz, ana kokusuna doyamaz.”

            “Daha bir sabi çocuk Hasan, büyüseydi, büyük olsaydı, anası da olsa, o Esme’yi bir       gün yaşatır mıydı?”

           “Anayı öldürmek zor.”
           “Öldüremez her babayiğit anasını...”
          “Anasını öldürmek için bir insan çok yürekli olacak.”
          “Zaloğlu Rüstem gibi olacak”
          “Köroğlu gibi olacak.”
          “Mustafa Kemal gibi, Gizik Duran gibi olacak.”

            “Ana da öldürülür mü?”
            “Yok canım sen de…O eski bir ahmaklık.  Kandırıp çocuğu anasını öldürtmek     istiyorlar fukara oğlana.”
           “O da akıllı, öldürmüyor anasını.”

           
Hasan öldürmek istemez anasını.  Amcası Ali’yi düşünür, kiralık katil tutmayı düşünür.  Parayla adam öldürecek çok eşkıya gezinir dağlarda. Hasan ölmek ister. Aaah, ölebilse.  Hasan kimsenin yüzüne bakamaz, köyde Hasan’ı kim görse yüz çevirir. Hasan’ın anasının  katili olması açık açık istenir ondan.

            İşte bu noktada Hasan yazgısını kendi belirleyecektir. Annesinin katili olmasını isteyen töreye ya boyun eğecek, ya da töreye karşı gelecektir. Törenin gerçekleşmesi durumunda Hasan kendi çıktığı toplumun değerleriyle çatışmayıp o değerlere uyum sağlamış olacak; böylece o da, o toplumun içinde yok olacaktır. Ama annesinin katili olmayı reddederse, toplumuyla çatışma haline girecektir. Hasan’ın bunu göğüslemesi gerekecektir. Hasan’ın  trajedisi tüm ağırlığıyla karşımıza çıkar. Hasan’ın izleyeceği yol onu ya özgürleştirecek, onu toplumdan bağımsızlaştıracak ya da töreye uyup annesini öldürmekle törenin kölesi olacaktır. Hasan ana katili olursa köy halkı tarafından yüceltilecektir. O yüceldikçe de köleleşecek, o toplumun bir parçası olacak, sıradanlaşacaktır. Onu sıradan insanların üstüne çıkaracak eylemi (annesini öldürmek) gerçekleştirmemekle Hasan ‘problematik’ kişi olarak kalacak, trajedisini karşılayacak yüreği göstermekle ‘birey’ olacaktır. Hasan töreye karşı gelemez ve öldürür anasını. 

            Böylece, romanın başında ‘problematik’ olarak bize tanıtılan Hasan, artık ‘problematik’ olmaktan çıkmıştır. Oysa Hasan özgür olarak davranmış olsaydı, köy halkının onaylamadığı bir eylemde bulunsaydı, kendi eyleminin yüceliğine inansa ve kendi yolunda yürüseydi ‘problematik’ kahraman olarak kalacaktı. Özgür eylemde bulunabilme, ‘problematik’ kahramanın en çok belirtilen özelliklerinden biridir.***  Davranışlarını çevrenin kurallarına, karşı koyamadığı bir eğilimine göre ayarlayan ya da davranışlarını herhangi bir insanüstü varlığın yönettiğine inanan bir kişi trajik olamaz. *** Yılanı Öldürseler’de Hasan’a böyle bir açıdan baktığımızda Hasan trajik bir kahraman değildir. Bunu Nedim Gürsel’in Y. Kemal’le yaptığı söyleşiden de anlıyoruz:

      YK:  “Gittim gördüm onu.  Normal yaşıyordu.  Altı tane çocuğu vardı.   Üç gün konuştuk, anasından bir kez bile söz etmedi.”
       NG:  “Ama, romanda annesine çok bağlı.”
       YK:  “Evet ama, cinayet yaşamasına engel değil.  Yaşıyor işte.”




27 Temmuz, 2007




Kaynakça
Nedim Gürsel, Yaşar Kemal- Bir Geçiş Dönemi Romancısı, Everest Yayınları, 2000
Güzin Dino, Türk Köy Romanı Bağlamında Y. Kemal, internetten
İonna Kuçuradi, Sanata Felsefeyle Bakmak, Ayraç Yayınları, 1997

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder