Günden Kalanlar’da İşiguro, İngiltere'de, soyu tükenen 'butler' denen, frakı ve her türlü resmiyeti yerinde bir malikânenin baş uşağı olan kişinin anılarını anlatıyor. Duygularını disiplinli bir denetim altında tutan, onun için olmadığını bildiği şeye el uzatmayan, birtakım soyut şeref kodlarına karşı gevşemez yükümlülük bağları olan bir insan tipi canlandırılıyor.
Kişiliği, hiçbir zaman hayatın ve kaderin ona uygun gördüğü
üniformanın içinden çıkmayan biridir Stevens.
O baştan sona denetimli, kalıplı ses tonuyla kâhya Stevens
bize öyküsünü aktarır. Kendisi için
önemli ve başka herkes için son derece sıkıcı ayrıntılar üstünde dura dura bize
vazifesinin ne kadar önemli olduğunu anlatır.
Çünkü o her şeyden önce vazife aşkı ile donanmış biri olmasıyla
kendinden ve yaptığı işten gurur duyar. Darlington malikânesinin uzun
koridorlarında, geniş merdivenlerinde, boş odalarında, kilerinin karanlığında
ve bahçelerinin yeşilliğinde konuştuğunu duyarız Stevens’ın. Bu ses biz kitabı
okudukça bize eşlik edecektir. Yaptığı
işlerin ayrıntılarını bastıra bastıra anlatırken, bir süre sonra, asıl
anlatılanın, efendisine vermiş olan hizmet aşkını Stevens’ın gözünde kendini
nasıl saygın bir konuma taşıdığını anlarız. İşiguro, Stevens’ın iç dünyasını bize
aktarırken diyaloglar aracılığıyla yapmaz, daha çok bir iç monolog havasında -
ama iç monologda 'bilinçlik akışı' tekniğine kaçmadan anlatır hikâyesini. Stevens’ın sesi tekrarlar üzerine kuruludur.
Kendi kendimizi bir fikre, bir hakikate, bir yalana inandırmaya çalıştığımızda
yaptığımız gibi, aklındaki düşünceyi farklı biçimlerde yenden düşünmeyi sever
Stevens. Tıpkı bir asker komutan itaatkârlığındadır. Verdiği emri, anladığından emin olmak için,
bir kez daha tekrarlatan komutan gibi, komutun tam olarak anlaşıldığından emin
olmak isteyen komutanın karşısında pısırık, aptal durumunda olan asker gibidir
Stevens. Stevens’ı bu emir tekrarına sürükleyen şey, işvereni Lord Darlington’a
olan sadakatidir. Stevens sahibinin sesi
olur. Yine aynı sadakat duygusu ile efendisinin Birinci Dünya Savaşı’nın
ardından önce Almanya’ya, sonra da Hitler ve Ulusalcı Sosyalilstlere sempatiyle
bakışını anlamayı ve anlatmayı ister. İster çünkü efendisi Nazilerin yanında
yer alıyorsa bunun haklı bir sebebi vardır elbet. Hizmetçi bir taşıyıcıdır öncelikle. Efendisinin hem sesini, hem düşüncelerini
başkalarına aktaracak kişidir. Efendisinin sesi Stevens aracılığıyla
meşrulaşacak, mantıklı hale gelecektir.**
Lord Darlington evdeki Yahudi hizmetçileri işten atmaya karar verdiğinde
Stevens efendisinin bu kararını kendi mantık süzgecinden geçirmeden onlara hiç
iletmekle yetinir. Efendisinin her
kararı doğrudur çünkü. Sorgusuz sualsiz
bir teslimiyetle bağlanmıştır efendisine. Butler'in dinleyicisi ortada yok, diyebiliriz;
ama o da dinleyen biri veya birileri varmış gibi anlatır.*
“O inanılmaz sindirilmiş resmiyet... Anlatılan her olayı kesin olgularla ve duygu iniş çıkışlarına izin vermeyen bir saygıdeğerlik akışı içinde sunmak... İşiguro, işte böyle bir "anlatı ustası". Bu tonu bir an aksatmadan götürüyor ve bu müthiş disiplinli tonla duygusallığı, gerilimi hiç de az olmayan bir mutsuz aşk hikâyesi anlatıyor. Mutsuzluğun nedeni de bu ton zaten. Butler, tonuna sığdıramadığı bir şeyin varlığını da kabullenemediği için, bu aşkı (evde çalışmaya gelen bir genç kadınla) söyleyemiyor, söyletmiyor, dinlemiyor, bastırıyor.(…) Romanın olağanüstü ustalığı bu 'ton'un denetlenmesinde olduğunun altını çiziyor Murat Belge.
“O inanılmaz sindirilmiş resmiyet... Anlatılan her olayı kesin olgularla ve duygu iniş çıkışlarına izin vermeyen bir saygıdeğerlik akışı içinde sunmak... İşiguro, işte böyle bir "anlatı ustası". Bu tonu bir an aksatmadan götürüyor ve bu müthiş disiplinli tonla duygusallığı, gerilimi hiç de az olmayan bir mutsuz aşk hikâyesi anlatıyor. Mutsuzluğun nedeni de bu ton zaten. Butler, tonuna sığdıramadığı bir şeyin varlığını da kabullenemediği için, bu aşkı (evde çalışmaya gelen bir genç kadınla) söyleyemiyor, söyletmiyor, dinlemiyor, bastırıyor.(…) Romanın olağanüstü ustalığı bu 'ton'un denetlenmesinde olduğunun altını çiziyor Murat Belge.
İngiltere’de
Darlington maikhanesinde yaşayan Mr. Farraday, Amerikalı bir centilmendir. Çoktandır hiç tatil yapmamış olan yaşlı kahyası
Stevens’ın bir tatile ihtiyacı olduğuna inanır, onu seyahata çıkmasını önerir.
Stevens bu öneriyi batı İngiltere’de yaşamakta olan Darlington malikânesi’den eski çalışma
arkadaşı Miss Kenton’ı (artık Mrs.
Benn’dir) ziyaret ekme arzusu ile birleştirir. Yirmi
yıl önce, o ve Miss Kenton, Darlington Malikânesinde birlikte çalışmışlardır, o
kâhya, Miss Kenton hizmetçidir. Miss
Kenton, evlenip Darlington malikanesi’ndeki işinden ayrımıştır. Şimdi yirmi yıl
sonra, eşinden ayrıdır. Stevens onu artan personel sorununa yardımcı olması
için Darlington malikânesine geri döndürmek istemektedir. Özellikle II. Dünya
savaşı sona erdiğinden beri malikânenin işleri için yeterli personel bulmakta
sorun yaşamaktadır. İngiltere Parlamentosunun icraatlarından dolayı aristokrasinin
gücü sınırlanmış, elinde bulundurduğu geniş mülkleri parçalanmaya başlamıştır. Darlington malikânesi de aristokrasinin kullandığı birkaç
son malikanelerden biridir.
Günden Kalanlar’ın olay örgüsü Stevens’ın Miss Kenton’ı ziyaret için
yaptığı bir haftalık yolculuk etrafında döner. Stevens’ın yaşamının ahlaki
dökümü bilinç akışı ile verilir. Yolculuk boyunca tüm yaşamının zihinsel
günlüğü yaratılırken yaşamındaki seçimlere odaklanırız. Kahya Stevens’ın ilk
üzerinde düşündüğü şey bir kâhyanı mükemmel yapan şeyin ne
olduğudur. Bu onda bir saplantı
halindedir; mükemmel kâhya olmak en çok arzu ettiği erdemdir. Stevens 1920ler ve 30’larda ki elit kâhya
derneği olan Hayes Derneği’nin bir üyesidir. Ve o derneğin tanımladığı saygın
hane sakini ve ağırbaşlı kişi olduğuna hiçbir şüphesi yoktur. Onu en çok “saygınlık”
tanımı ilgilenmektedir ve şartlar ne olursa olsun “saygınlığını” korumasının
onun profesyonelliğini oluşturduğuna inanır. Anlatının büyük bölümü, Stevens’ın
mesleği uğruna insanca duygularını nasıl baskıladığına dairdir. Örneğin,
1923’de Lord Darlington'ın evinde yapılan büyük toplantıda, Stevens toplantının
konuklarını ağırlarken üst kattaki odalarda ölüm döşeğinde olan babası ile başa
çıkmak zorunda kalır. Ama ne yazık ki misafirlere yoğunlaşmak için babasından
feragat edecek ve babasının son nefesine yetişemeyecektir. Stevens o ana
gururla bakar. Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, işte şu babasının ölüm anı
gibi, o işini aksatmamış, patronuna servis etmiştir. Onun ne kadar işine sadık
bir kahya olduğunu gösteren başka bir olay da Miss Kenton’a olan ilgisine karşı koyması
olmuştur. Evet, o her durumda, Darlington malikânesinde sadık kalmış, mükemmel
bir kahya olmuştur. Gözlerinde işvereninin mutluluğu için yapılan fedakârlığın
zaferi vardır. Hatta küçük bir anekdotlar bunu gözler önüne serer. Stevens, Lord
Darlington’ın isteği üzerine, iki Yahudi hizmetçi kızı, işvereninin politik
görüşüne katılmasa bile işten çıkarmıştır. Patron Lord Darlington’dur ve tabii
ki, onun malikanesinde onun sözü geçerlidir.
Olay
örgüsünün büyük bir bölümü, 20 yıl önce
Darlington malikânesinde Stevens ve yardımcısı Miss Kenton ile olan ilişkisinin
aktarılmasına ayrılmıştır. Stevens’ın
babası da malikânede çalışmaktadır. Stevens
ve Miss Kenton, Stevens’ın babası ile birlikte çalışmaya aynı zamanda başlarlar.
20 yıl boyunca beraber çalışırlar. Miss Kenton’a göre Stevens’ın babası
yaşlanıyordur, ve artık aktif görevden çekilmesi gerekmektedir. Ama işten
ayrılmaz, çünkü o da son nefesine kadar işine sadık bir kahyadır. Ölüm
döşeğinde yatarken sonuna kadar başında bekleyen yine Miss Kenton olur.
Babasının ölümünden sonra Miss Kenton Stevens’ın hayatında önemli bir yerini
alır. Onun bir ailesi gibidir. Onu seven tek kişi de yine odur.
Romanın
başlangıcında Miss Kenton gideli 20 yıl olmuştur. 20 yıl önce Miss Kenton
onunla evlenebileceğine dair imada bulunmuşsa da Stevens bu fırsatı
değerlendirmemiştir. Çünkü bir kahya için tüm insani tutkuların bastırılması
şarttır. Ne aşka ne de evliliğe yer
vardır. Onun görevi iyi bir kahya
olmaktır. Mr. Farraday’ın teklifini
değerlendirirken Miss Kenton’u ziyaret etmeyi düşünür, seyahatini onu görme
için planlar. Çünkü aldığı duyumlardan
evliliği dağılıyordur. Böylece Stevens
yolculuğa çıkar.
Moscombe’de
Stevens’ın arabasını benzini biter ve yolda kalır. Taylor’da bir gece geçirir. Ona yardıma
gelenlerle bir akşam yemeği yer. Stevens ileri gelen, yüksek mevkiden kimseler
ile tanışmasından söz eder ama hiç kâhya olduğunu açığa çıkarmaz. Ertesi gün Dr.
Carlisle onu arabasına geri götürdüğünde, doktorun kurcalaması ile Darlington
Malikânesinde kâhya olduğunu itiraf eder.
Stevens
Miss Kenton’a olan yolculuğunun son kısmına gelir. Amacı hem Miss Kenton’u tekrar Darlington malikânesine
geri götürmektir hem de ona karşı duygularının değiştiğini söylemektir. Stevens Miss Kenton ile buluştuğunda,
Miss Kenton kocasına geri döneceğini söyler. Stevens çok geç kaldığını anlar,
iyi dilekleri ile onu uğurlar ve Darlington Malikânesine günden geriye kalanlar
ile geri döner.
Ana Tema
Ishiguro'nın
romanında işlenen en önemli tema Stevens’ın görevi ve kişisel arzuları
arasındaki çatışmadır. Stevens’a göre saygın bir kâhya koşullar ne olursa olsun
asla görünüşünü ve profesyonelliğini
yitirmez. Bu nedenle Miss Kenton’a derinden âşıkken, bunu ifade edemez, çünkü
onun emrindeki bir çalışana tutulmak uygunsuzdur, dahası aşk dikkat
dağıtıcıdır. Belirtilmesi gereken diğer bir husus da Stevens saygınlığını
korumaya kararlı oluşudur. Kendine duygularını hissetmesini engelleyen koruyucu
bir gömlek yaratmıştır. Stevens bu tutumundan zevk almaktadır. Örneğin ölüm
döşeğindeki babasını görmezden gelme becerisi, Fransa elçisinin yaralı ayakları
ile ilgilenmesi veya efendisi Mr. Farraday’in Nazı taraftarlığını kabul etme
becerisi gibi davranışları onu mükemmel bir kahya yapmaktadır. Romanın sonunda
tutkularını tamamıyla feda etmek zorunda kalan Stevens’ın elinde görevinden
başka bir şey yoktur.
Stevens'ın kahyalık üzerindeki
düşünceleri
Stevens'ın
kahyalık üzerindeki düşünceleri onun saygınlık tanımı üzerine şekillenmiştir.
Emir almak ve onları yerine getirmek onun en iyi yaptığı şeydir, bu kendine
saygı duymasını sağlamaktadır. Ona göre, bir kâhya, şartlar ne olursa olsun
işini sürdürmelidir. Saygınlık çevrende olup bitene rağmen görevini
bırakmamaktır. Yolculuğunun sonunda Moscombe’de Taylorların evinde tanıştığı
bir adamın farklı bir “saygınlık” tanımı
vardır. Ona göre “saygınlık” kendini tam
olarak ifade etmek, özgün olmaktır. Bu adamın tanımında profesyonellik adına
kendi duygu ve görüşlerini bastıran kişi onursuz olarak değerlendirilir. Ishiguro'nun
hikâyesini saygınlığın iki farklı anlamı üzerine kurar. Böylece bize Stevens’ın ikilemini verir. Sonunda
“saygınlık” kelimesinin yanlış tanımı izlediğini keşfederek kendine olan
saygınlığını yitirir.
Romanda birçok farklı sosyal ilişkilerin keşfine
çıkarılırız.
Bunların kimi resmi
birliktelikler kimi de daha gündelik anlaşmalardır ve hepsi de sınıf farkına
işaret eder. Özelliklede romanın geçtiği dönem olan 20.yy’ın başlarındaki
İngiliz aristokrasisine odaklanırız. Stevens
ilişkilerindeki resmiyet konusunda son derece titizdir. Bunu ona karşı son
derece resmi bir şekilde davranan babasından öğrendiğini sezinleriz. Ölüm
döşeğinde bile Stevens'ın babası görevi için kaygılanır. Stevens, bu arada, resmi tabiatı ile öylesine
sarılmıştır ki yeni işvereni Mr. Farraday ile espirili bir şekilde konuşmayı
veya şaka yapmaya hiç yanaşmaz.
Laubaliliğe hiç yer yoktur onda.
Ancak uzun zaman geçtikten sonra şaka yapmayı becerebilir. Hatta
yolculuğunda bu yeni yeteneğini kullanmaya çalışır, fakat bu yeni ortamda,
burada uşak değildir, esprileri farklı algılanır. Stevens Darilngton
malikânesinden ayrı kaldığı sürede formalitenin dışında da bir dünya olduğunu bu
yolculuğu esnasında farkına varır.
Stevens'ın
dünyası
Stevens'ın
iki dünyası vardır. Biri yukarındaki, Lord Darlington ve Mr. Farraday’a ve de
onların misafirlerine hizmet ettiği dünyadır.
Bu dünyada katı formaliteler ve nezaketi içeren kurallar geçerlidir. Stevens kendini bu yukarıdaki dünyaya ait
görür. O tamamen Lord Darlington’ın bir uzantısı, onun bir temsilcisidirBu
dünyada Stevens’ın kimliğine ve arzularına
yer yoktur. Aşağıdaki dünyada ise, Stevens
hizmet eden değildir. Onun emirlerini altında çalışanları tamamen onun kontrolü
altındadırlar. Bu iki dünyanın birinde itaat edenler vardır, diğerinde ise dizginleri
elinde tutanlar. İki farklı kimliği içermesi ile bu iki dünya çatışmayı
getirmektedir. Stevens yukarıda işini profesyonel şekilde yapabilmek için
egosunu, duygularını ve arzularını bir kenara bırakmayı öğrenmek zorundadır.
Aşağıdaki dünyada insanca olaylar
karşısında duygularının sürekli uyandığını görür – babasının ölümü, Miss
Kenton’a âşık olması, dini inançları yüzünden iki hizmetçi kızı kovması gibi.
Yukarıda hizmet ederken bir maske takar, aşağıda o maskeyi çıkarır. Soru
Stevens'nın bu iki dünyayı bağdaştırıp bağlaştıramayacağıdır.
İtaat
Belki de Günden Kalanlar’da ilgi çekici anlardan biri de Stevens Stevens’ın Moscombe’deki Taylorların evinde yediği
akşam yemeği ve kâhya olduğunu açığa vurmadan Darlington malikânesindeki
hikâyeleri aktarmasıdır. Bu satırları okurken hala egosunu ve erdemini koruyan
bir adam ile yaşamını başkalarına adamış bir adam arasındaki çatışmayı görürüz.
Darlington
malikânesinin dışında, Stevens kısa sürelide olsa aristokrasinin gücünü
keşfeder. Bir anlığına da olsa kendi olmak özgürlüğünün sarhoş edici duygusunu
yaşar. Bunu kavradığında, rahatlar. Tekrar kendini kâhya olarak görünce gerçeği
hatırlatır.
Sadakat
Stevens’ın
İngilizceye olan hakimiyeti, onun kurallarına yönelik sadakatidir. Dilin iyi kullanımına büyük bir sadakatla
bağlıdır. Cümlelerinde dilbilgisi hatası
yoktur. Efendisinin kütüphanesinden ödünç
aldığı kitaplarla düzenli olarak İngilizcesini kusursuzlaştırma gayreti
içindedir. Anlatımı ayrıntılı ve kesindir. Konuşması tutku ve duygu
içermediğinden ruhsuzdur. Her şeyi aldığı emirler bağlamında görür. Gerçekten önemli tek şey aldığı emirlerdir. Mesleğinde duygulara yer yoktur.
Arzuların
bastırılması
Miss
Kenton görevleri ve insani özellikleri arasında denge kurmayı başarmıştır-
özellikle insani cinsel arzuları dizginlemek ve profesyonelliğini korumak
arasında. İzinlerinde bir adamla görüşür ve eş olmak ile hizmetkâr olmayı
birbirine karıştırmaz. Diğer yandan Stevens aşkı ve insanca arzuları dile
getiremez. Her Miss Kenton’a iltifat
etmek veya romantik bir şekilde yaklaşmak istediğinde, iş içerikli şeyleri
söyler. Miss Kenton ise gittikçe sınırlarını zorlamaktadır, içten içe aşkını
itiraf etmesi için ona yalvarmaktadır böylece her ikisi de yaşamlarını mutluluk
içinde sürdürebileceklerdir. Miss Kenton’ın, her zaman Stevens'nı sevmiş ve
onunla evliliği düşünmesi için ona şans vermiştir. Fakat Stevens arzularını
işinden ayıramaz- ve işinin dışında kendini ve duygularını ifade etmenin yolunu
bulamaz. Sonunda Stevens Darlington malikânesinde - kendi hapishanesinde-
yaşamına devam etmeye mahkûm olurken, Miss Kenton, bir eş ve anne olarak kendine başka bir yaşam bulmak
için Darlington malikânesini terk eder.
Geriye, mesleğinin kendisine yüklediği o yapay tumturaklılık
içinde ölen babasını bırakıp içki servisine koşan ve tutkusunu sevdiği kadına
değil kendine de söyleyemeyen yaşlanmış uşak kalıyor, 'günden kalanlar'la baş
başa.
Kâhya Stevens özgür olamayan ve kendini bu hakkı göremeyen
bir kâhyanın trajik hayat hikâyesidir.
İnsani eğilimlerinden, hayattan zevk almak, oynamak, keşfetmek, mutlu
olmak ve sevmek gibi duygulardan kendini bilerek mahrum etmiştir. Bunu patronu olduğu Mr. Farraday uğruna
yapmıştır. Bu açıdan o bir kurbandır.
Özgür değildir çünkü inandığı sistem itaate dayalı bir sistemdir ve bu
sistem ona kendisi olma iznini vermemiştir.
İtaat programlanmış bir zihin özgür olamaz. Ne yazık ki bu itaat zincirini Stevens
babasından edinmiştir. İnsandan insana,
nesilden nesle aktarılan bu itaat zincirinde Stevens babasının takipçisi
olmuştur. Babasından aldığı bu eğitimle
kendi üzerindeki kontrolü kalmamıştır, farklı davranması da mümkün olmaz. Sorumluluk duygusu devreye girmiştir. Bir iç
ses ona her an sorumluluklarını hatırlatır.
“Bir dakika, sorumluluklarını düşün, yapman gereken şeyler var. Çalışmak zorundasın. Hayatını kazanmak zorundasın.” Yaptığı şeyler patronunu memnun etmek, onun tarafından
onay ve kabul edilmek üzere yapılmıştır.
Kendisini memnun etmek için çok az şey yapmıştır. Hatta bir tatile çıkma fikri bile patronundan
gelmiştir. Tüm bu sorumluluklar aklına geldiğinde kendine özgürlük hakkını
tanımadığının farkında değildir. Kahya olarak efendisine hizmet etmiş, ve yalnız
onunla ilgilenmiştır. Stevens hizmet
ettiği süre boyunca, bir anlamda hizmet ettiği kişinin malı haline gelmiştir.
Ancak yaptığı yolculuktan sonra hayatını yaşamadığını anlayacaktır
Orhan Kemal’in Murtaza romanındaki bekçi karakteri Stevens
ile benzer durumlar sergiler. Murtaza da iş anlayışı bakımından hiç kimseye
benzemeyen biridir. Yaşadığı mahallenin gözünde bir 'deli' olarak görülür ve
öyle tanınabilir. Kendini adadığı görev anlayışı, tutum ve davranışları ile
üstlendiği görevi 'mükemmel' bir uyum
içinde yerine getirir. Mahalledeki bekçiliği ve daha sonra fabrikadaki
görevinde amirlerinden aldığı kuralları sorgusuz sualsiz yerine getirmesi onu
diğer işçilerle karşı karşıya getirir. Güç ve otoriteyi temsil eden amirlerin
yanlarında çalıştırmak istedikleri 'ideal' bir memurdur. Her otoriteyi temsil
eden bir 'büyüğün', müdürün, amirin emrinde çalıştırmak istediği, ‘örnek' bir
vatandaştır. Verilen hiçbir emri tartışmazsız, kabul eder Murtaza. Onun için amirinden
aldığı bir emri yerine getirmesi yeterlidir. Bu emirlerin 'yanlış' ya da 'doğru' olduğu
değerlendirmesinde bulunmaz. Bu emirlere onun asla itirazı olamaz, çünkü onun
görevi sadece amirinden aldığı emri yerine yetirmektir. Emre kayıtsız şartsız
itaatin temsilidir.
Görev başında onun gözü hiç kimseyi görmez. Kimseyi
kayırmak, ayrıcalıklı davranmak asla onun yapacağı bir davranış değildir.
Görevinde eş, dost, tanıdık, çoluk, çocuk ayrımı yapmayan biridir. Örneğin görevli olduğu çırçır fabrikasında kendisiyle
beraber çalışan çocuk yaştaki kızının açlık, yorgunluk insafsız çalışma ve
sömürü ortamında yorgun düşmüş küçücük bedenini 'kutsal görev' başında
uyuyakalmış gördüğünde çılgına döner. Zavallı çocuğu öldüresiye döver. Fabrika müdürünün karşısında izahat verirken
bir an yaptığı işten pişmanlık duymaz. Orhan Kemal Murtaza karakterini çizerken
korkunç bir görev makinesinin gayri insani yüzüyle karşılaştırır bizleri. Murtaza
insani değerlerini görevi uğruna yitirmiş, robotlaşmış, bir görev makinesine dönüşmüştür.
Böyle olmakla kendinden gurur duyan bir kişi olmuştur.
Duyguya karşı “vazife”, birey yerine “kitle”, özgürlük
yerine “düzen” ve “disiplini” koyabilmektir. Bir düdük sesiyle herkesi hizaya
sokma arzusunun romanda cisimleşmiş halidir. Emre ve amire sarsılamaz itaatle
bağlı, görülmemiş derecede ciddi, disiplinli, her zaman kahramanlık mitosunu
kendine kalkan yaparak, her yerde hazır ve nazır Murtaza ve Stevens farklı
toplumlarda aynı kişiliklerin temsilcileridir.
Raşel Rakella Asal
4 Nisan, 2012
Kaynakça
* Murat Belge, İngiliz Japonu,
http://www.milliyet.com.tr
**
Kaya Genç, Gizli Müttefikler,
Sabit fikir, Ocak 2012
***Mehmet Nuri Gültekin,
Murtaza emekli olmaz, http://www.radikal.com.tr. l5/06/2007
**** Semiramis
Yağcıoğlu, Lacan’ın Aynasında Murtaza’yı Okumak, Roman Kahramanları,
Nisan/Haziran 2012,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder