28 Aralık 2013 Cumartesi

Kutsaldır Vazife Her Şeyden Günden Kalanlar - Kazuo Ishiguro



Günden Kalanlar
’da İşiguro, İngiltere'de,  soyu tükenen 'butler' denen, frakı ve her türlü resmiyeti yerinde bir malikânenin baş uşağı olan kişinin anılarını anlatıyor. Duygularını disiplinli bir denetim altında tutan, onun için olmadığını bildiği şeye el uzatmayan, birtakım soyut şeref kodlarına karşı gevşemez yükümlülük bağları olan bir insan tipi canlandırılıyor.
Kişiliği, hiçbir zaman hayatın ve kaderin ona uygun gördüğü üniformanın içinden çıkmayan biridir Stevens. 

O baştan sona denetimli, kalıplı ses tonuyla kâhya Stevens bize öyküsünü aktarır.  Kendisi için önemli ve başka herkes için son derece sıkıcı ayrıntılar üstünde dura dura bize vazifesinin ne kadar önemli olduğunu anlatır.  Çünkü o her şeyden önce vazife aşkı ile donanmış biri olmasıyla kendinden ve yaptığı işten gurur duyar. Darlington malikânesinin uzun koridorlarında, geniş merdivenlerinde, boş odalarında, kilerinin karanlığında ve bahçelerinin yeşilliğinde konuştuğunu duyarız Stevens’ın. Bu ses biz kitabı okudukça bize eşlik edecektir.  Yaptığı işlerin ayrıntılarını bastıra bastıra anlatırken, bir süre sonra, asıl anlatılanın, efendisine vermiş olan hizmet aşkını Stevens’ın gözünde kendini nasıl saygın bir konuma taşıdığını anlarız.  İşiguro, Stevens’ın iç dünyasını bize aktarırken diyaloglar aracılığıyla yapmaz, daha çok bir iç monolog havasında - ama iç monologda 'bilinçlik akışı' tekniğine kaçmadan anlatır hikâyesini.  Stevens’ın sesi tekrarlar üzerine kuruludur. Kendi kendimizi bir fikre, bir hakikate, bir yalana inandırmaya çalıştığımızda yaptığımız gibi, aklındaki düşünceyi farklı biçimlerde yenden düşünmeyi sever Stevens.  Tıpkı bir asker komutan itaatkârlığındadır.  Verdiği emri, anladığından emin olmak için, bir kez daha tekrarlatan komutan gibi, komutun tam olarak anlaşıldığından emin olmak isteyen komutanın karşısında pısırık, aptal durumunda olan asker gibidir Stevens. Stevens’ı bu emir tekrarına sürükleyen şey, işvereni Lord Darlington’a olan sadakatidir.  Stevens sahibinin sesi olur. Yine aynı sadakat duygusu ile efendisinin Birinci Dünya Savaşı’nın ardından önce Almanya’ya, sonra da Hitler ve Ulusalcı Sosyalilstlere sempatiyle bakışını anlamayı ve anlatmayı ister. İster çünkü efendisi Nazilerin yanında yer alıyorsa bunun haklı bir sebebi vardır elbet.  Hizmetçi bir taşıyıcıdır öncelikle.  Efendisinin hem sesini, hem düşüncelerini başkalarına aktaracak kişidir. Efendisinin sesi Stevens aracılığıyla meşrulaşacak, mantıklı hale gelecektir.**  Lord Darlington evdeki Yahudi hizmetçileri işten atmaya karar verdiğinde Stevens efendisinin bu kararını kendi mantık süzgecinden geçirmeden onlara hiç iletmekle yetinir.  Efendisinin her kararı doğrudur çünkü.  Sorgusuz sualsiz bir teslimiyetle bağlanmıştır efendisine.  Butler'in dinleyicisi ortada yok, diyebiliriz; ama o da dinleyen biri veya birileri varmış gibi anlatır.*

“O inanılmaz sindirilmiş resmiyet... Anlatılan her olayı kesin olgularla ve duygu iniş çıkışlarına izin vermeyen bir saygıdeğerlik akışı içinde sunmak... İşiguro, işte böyle bir "anlatı ustası". Bu tonu bir an aksatmadan götürüyor ve bu müthiş disiplinli tonla duygusallığı, gerilimi hiç de az olmayan bir mutsuz aşk hikâyesi anlatıyor. Mutsuzluğun nedeni de bu ton zaten. Butler, tonuna sığdıramadığı bir şeyin varlığını da kabullenemediği için, bu aşkı (evde çalışmaya gelen bir genç kadınla) söyleyemiyor, söyletmiyor, dinlemiyor, bastırıyor.(…) Romanın olağanüstü ustalığı bu 'ton'un denetlenmesinde olduğunun altını çiziyor Murat Belge.

İngiltere’de Darlington maikhanesinde yaşayan Mr. Farraday, Amerikalı bir centilmendir.  Çoktandır hiç tatil yapmamış olan yaşlı kahyası Stevens’ın bir tatile ihtiyacı olduğuna inanır, onu seyahata çıkmasını önerir. Stevens bu öneriyi batı İngiltere’de yaşamakta olan  Darlington malikânesi’den eski çalışma arkadaşı Miss Kenton’ı (artık Mrs. Benn’dir) ziyaret ekme arzusu ile birleştirir. Yirmi yıl önce, o ve Miss Kenton, Darlington Malikânesinde birlikte çalışmışlardır, o kâhya, Miss Kenton hizmetçidir.  Miss Kenton, evlenip Darlington malikanesi’ndeki işinden ayrımıştır. Şimdi yirmi yıl sonra, eşinden ayrıdır. Stevens onu artan personel sorununa yardımcı olması için Darlington malikânesine geri döndürmek istemektedir. Özellikle II. Dünya savaşı sona erdiğinden beri malikânenin işleri için yeterli personel bulmakta sorun yaşamaktadır. İngiltere Parlamentosunun icraatlarından dolayı aristokrasinin gücü sınırlanmış, elinde bulundurduğu geniş mülkleri parçalanmaya başlamıştır. Darlington malikânesi de aristokrasinin kullandığı birkaç son malikanelerden  biridir.

Günden Kalanlar’ın olay örgüsü Stevens’ın Miss Kenton’ı ziyaret için yaptığı bir haftalık yolculuk etrafında döner. Stevens’ın yaşamının ahlaki dökümü bilinç akışı ile verilir. Yolculuk boyunca tüm yaşamının zihinsel günlüğü yaratılırken yaşamındaki seçimlere odaklanırız. Kahya Stevens’ın ilk üzerinde düşündüğü şey bir kâhyanı mükemmel yapan şeyin ne olduğudur.  Bu onda bir saplantı halindedir; mükemmel kâhya olmak en çok arzu ettiği erdemdir.  Stevens 1920ler ve 30’larda ki elit kâhya derneği olan Hayes Derneği’nin bir üyesidir. Ve o derneğin tanımladığı saygın hane sakini ve ağırbaşlı kişi olduğuna hiçbir şüphesi yoktur. Onu en çok “saygınlık” tanımı ilgilenmektedir ve şartlar ne olursa olsun “saygınlığını” korumasının onun profesyonelliğini oluşturduğuna inanır. Anlatının büyük bölümü, Stevens’ın mesleği uğruna insanca duygularını nasıl baskıladığına dairdir. Örneğin, 1923’de Lord Darlington'ın evinde yapılan büyük toplantıda, Stevens toplantının konuklarını ağırlarken üst kattaki odalarda ölüm döşeğinde olan babası ile başa çıkmak zorunda kalır. Ama ne yazık ki misafirlere yoğunlaşmak için babasından feragat edecek ve babasının son nefesine yetişemeyecektir. Stevens o ana gururla bakar. Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, işte şu babasının ölüm anı gibi, o işini aksatmamış, patronuna servis etmiştir. Onun ne kadar işine sadık bir kahya olduğunu gösteren başka bir olay da  Miss Kenton’a olan ilgisine karşı koyması olmuştur.  Evet, o her durumda,  Darlington malikânesinde sadık kalmış, mükemmel bir kahya olmuştur. Gözlerinde işvereninin mutluluğu için yapılan fedakârlığın zaferi vardır. Hatta küçük bir anekdotlar bunu gözler önüne serer. Stevens, Lord Darlington’ın isteği üzerine, iki Yahudi hizmetçi kızı, işvereninin politik görüşüne katılmasa bile işten çıkarmıştır. Patron Lord Darlington’dur ve tabii ki, onun malikanesinde onun sözü geçerlidir.

Olay örgüsünün büyük bir bölümü,  20 yıl önce Darlington malikânesinde Stevens ve yardımcısı Miss Kenton ile olan ilişkisinin aktarılmasına ayrılmıştır.  Stevens’ın babası da malikânede çalışmaktadır.  Stevens ve Miss Kenton, Stevens’ın babası ile birlikte çalışmaya aynı zamanda başlarlar. 20 yıl boyunca beraber çalışırlar. Miss Kenton’a göre Stevens’ın babası yaşlanıyordur, ve artık aktif görevden çekilmesi gerekmektedir. Ama işten ayrılmaz, çünkü o da son nefesine kadar işine sadık bir kahyadır. Ölüm döşeğinde yatarken sonuna kadar başında bekleyen yine Miss Kenton olur. Babasının ölümünden sonra Miss Kenton Stevens’ın hayatında önemli bir yerini alır. Onun bir ailesi gibidir. Onu seven tek kişi de yine odur.

Romanın başlangıcında Miss Kenton gideli 20 yıl olmuştur. 20 yıl önce Miss Kenton onunla evlenebileceğine dair imada bulunmuşsa da Stevens bu fırsatı değerlendirmemiştir. Çünkü bir kahya için tüm insani tutkuların bastırılması şarttır.  Ne aşka ne de evliliğe yer vardır.  Onun görevi iyi bir kahya olmaktır.  Mr. Farraday’ın teklifini değerlendirirken Miss Kenton’u ziyaret etmeyi düşünür, seyahatini onu görme için planlar.  Çünkü aldığı duyumlardan evliliği  dağılıyordur. Böylece Stevens yolculuğa çıkar.

Moscombe’de Stevens’ın arabasını benzini biter ve yolda kalır.  Taylor’da bir gece geçirir. Ona yardıma gelenlerle bir akşam yemeği yer. Stevens ileri gelen, yüksek mevkiden kimseler ile tanışmasından söz eder ama hiç kâhya olduğunu açığa çıkarmaz. Ertesi gün Dr. Carlisle onu arabasına geri götürdüğünde, doktorun kurcalaması ile Darlington Malikânesinde kâhya olduğunu itiraf eder.

Stevens Miss Kenton’a olan yolculuğunun son kısmına gelir. Amacı  hem Miss Kenton’u tekrar Darlington malikânesine geri götürmektir hem de ona karşı duygularının değiştiğini söylemektir. Stevens Miss Kenton ile buluştuğunda, Miss Kenton kocasına geri döneceğini söyler. Stevens çok geç kaldığını anlar, iyi dilekleri ile onu uğurlar ve Darlington Malikânesine günden geriye kalanlar ile geri döner.

Ana Tema
Ishiguro'nın romanında işlenen en önemli tema Stevens’ın görevi ve kişisel arzuları arasındaki çatışmadır. Stevens’a göre saygın bir kâhya koşullar ne olursa olsun asla görünüşünü ve  profesyonelliğini yitirmez. Bu nedenle Miss Kenton’a derinden âşıkken, bunu ifade edemez, çünkü onun emrindeki bir çalışana tutulmak uygunsuzdur, dahası aşk dikkat dağıtıcıdır. Belirtilmesi gereken diğer bir husus da Stevens saygınlığını korumaya kararlı oluşudur. Kendine duygularını hissetmesini engelleyen koruyucu bir gömlek yaratmıştır. Stevens bu tutumundan zevk almaktadır. Örneğin ölüm döşeğindeki babasını görmezden gelme becerisi, Fransa elçisinin yaralı ayakları ile ilgilenmesi veya efendisi Mr. Farraday’in Nazı taraftarlığını kabul etme becerisi gibi davranışları onu mükemmel bir kahya yapmaktadır. Romanın sonunda tutkularını tamamıyla feda etmek zorunda kalan Stevens’ın elinde görevinden başka bir şey yoktur.

Stevens'ın kahyalık üzerindeki düşünceleri
Stevens'ın kahyalık üzerindeki düşünceleri onun saygınlık tanımı üzerine şekillenmiştir. Emir almak ve onları yerine getirmek onun en iyi yaptığı şeydir, bu kendine saygı duymasını sağlamaktadır. Ona göre, bir kâhya, şartlar ne olursa olsun işini sürdürmelidir. Saygınlık çevrende olup bitene rağmen görevini bırakmamaktır. Yolculuğunun sonunda Moscombe’de Taylorların evinde tanıştığı bir adamın farklı bir “saygınlık”  tanımı vardır.  Ona göre “saygınlık” kendini tam olarak ifade etmek, özgün olmaktır. Bu adamın tanımında profesyonellik adına kendi duygu ve görüşlerini bastıran kişi onursuz olarak değerlendirilir. Ishiguro'nun hikâyesini saygınlığın iki farklı anlamı üzerine kurar.  Böylece bize Stevens’ın ikilemini verir. Sonunda “saygınlık” kelimesinin yanlış tanımı izlediğini keşfederek kendine olan saygınlığını yitirir.

 

Romanda birçok farklı sosyal ilişkilerin keşfine çıkarılırız.
Bunların kimi resmi birliktelikler kimi de daha gündelik anlaşmalardır ve hepsi de sınıf farkına işaret eder. Özelliklede romanın geçtiği dönem olan 20.yy’ın başlarındaki İngiliz aristokrasisine odaklanırız. Stevens ilişkilerindeki resmiyet konusunda son derece titizdir. Bunu ona karşı son derece resmi bir şekilde davranan babasından öğrendiğini sezinleriz. Ölüm döşeğinde bile Stevens'ın babası görevi için kaygılanır.  Stevens, bu arada, resmi tabiatı ile öylesine sarılmıştır ki yeni işvereni Mr. Farraday ile espirili bir şekilde konuşmayı veya şaka yapmaya hiç yanaşmaz.  Laubaliliğe hiç yer yoktur onda.  Ancak uzun zaman geçtikten sonra şaka yapmayı becerebilir. Hatta yolculuğunda bu yeni yeteneğini kullanmaya çalışır, fakat bu yeni ortamda, burada uşak değildir, esprileri farklı algılanır. Stevens Darilngton malikânesinden ayrı kaldığı sürede formalitenin dışında da bir dünya olduğunu bu yolculuğu esnasında farkına varır.

Stevens'ın dünyası

Stevens'ın iki dünyası vardır. Biri yukarındaki, Lord Darlington ve Mr. Farraday’a ve de onların misafirlerine hizmet ettiği dünyadır.  Bu dünyada katı formaliteler ve nezaketi içeren kurallar geçerlidir.  Stevens kendini bu yukarıdaki dünyaya ait görür. O tamamen Lord Darlington’ın bir uzantısı, onun bir temsilcisidirBu dünyada  Stevens’ın kimliğine ve arzularına yer yoktur.  Aşağıdaki dünyada ise, Stevens hizmet eden değildir. Onun emirlerini altında çalışanları tamamen onun kontrolü altındadırlar. Bu iki dünyanın birinde itaat edenler vardır, diğerinde ise dizginleri elinde tutanlar. İki farklı kimliği içermesi ile bu iki dünya çatışmayı getirmektedir. Stevens yukarıda işini profesyonel şekilde yapabilmek için egosunu, duygularını ve arzularını bir kenara bırakmayı öğrenmek zorundadır. Aşağıdaki dünyada  insanca olaylar karşısında duygularının sürekli uyandığını görür – babasının ölümü, Miss Kenton’a âşık olması, dini inançları yüzünden iki hizmetçi kızı kovması gibi. Yukarıda hizmet ederken bir maske takar, aşağıda o maskeyi çıkarır. Soru Stevens'nın bu iki dünyayı bağdaştırıp bağlaştıramayacağıdır.

İtaat

Belki de Günden Kalanlar’da ilgi çekici anlardan biri de Stevens Stevens’ın Moscombe’deki Taylorların evinde yediği akşam yemeği ve kâhya olduğunu açığa vurmadan Darlington malikânesindeki hikâyeleri aktarmasıdır. Bu satırları okurken hala egosunu ve erdemini koruyan bir adam ile yaşamını başkalarına adamış bir adam arasındaki çatışmayı görürüz.
Darlington malikânesinin dışında, Stevens kısa sürelide olsa aristokrasinin gücünü keşfeder. Bir anlığına da olsa kendi olmak özgürlüğünün sarhoş edici duygusunu yaşar. Bunu kavradığında, rahatlar. Tekrar kendini kâhya olarak görünce gerçeği hatırlatır.

Sadakat
Stevens’ın İngilizceye olan hakimiyeti, onun kurallarına yönelik sadakatidir.  Dilin iyi kullanımına büyük bir sadakatla bağlıdır.  Cümlelerinde dilbilgisi hatası yoktur.  Efendisinin kütüphanesinden ödünç aldığı kitaplarla düzenli olarak İngilizcesini kusursuzlaştırma gayreti içindedir. Anlatımı ayrıntılı ve kesindir. Konuşması tutku ve duygu içermediğinden ruhsuzdur. Her şeyi aldığı emirler bağlamında görür.  Gerçekten önemli tek şey aldığı emirlerdir.  Mesleğinde duygulara yer yoktur.

Arzuların bastırılması

Miss Kenton görevleri ve insani özellikleri arasında denge kurmayı başarmıştır- özellikle insani cinsel arzuları dizginlemek ve profesyonelliğini korumak arasında. İzinlerinde bir adamla görüşür ve eş olmak ile hizmetkâr olmayı birbirine karıştırmaz. Diğer yandan Stevens aşkı ve insanca arzuları dile getiremez.  Her Miss Kenton’a iltifat etmek veya romantik bir şekilde yaklaşmak istediğinde, iş içerikli şeyleri söyler. Miss Kenton ise gittikçe sınırlarını zorlamaktadır, içten içe aşkını itiraf etmesi için ona yalvarmaktadır böylece her ikisi de yaşamlarını mutluluk içinde sürdürebileceklerdir. Miss Kenton’ın, her zaman Stevens'nı sevmiş ve onunla evliliği düşünmesi için ona şans vermiştir. Fakat Stevens arzularını işinden ayıramaz- ve işinin dışında kendini ve duygularını ifade etmenin yolunu bulamaz. Sonunda Stevens Darlington malikânesinde - kendi hapishanesinde- yaşamına devam etmeye mahkûm olurken, Miss Kenton, bir eş ve anne olarak kendine başka bir yaşam bulmak için Darlington malikânesini terk eder.

Geriye, mesleğinin kendisine yüklediği o yapay tumturaklılık içinde ölen babasını bırakıp içki servisine koşan ve tutkusunu sevdiği kadına değil kendine de söyleyemeyen yaşlanmış uşak kalıyor, 'günden kalanlar'la baş başa.

Kâhya Stevens özgür olamayan ve kendini bu hakkı göremeyen bir kâhyanın trajik hayat hikâyesidir.  İnsani eğilimlerinden, hayattan zevk almak, oynamak, keşfetmek, mutlu olmak ve sevmek gibi duygulardan kendini bilerek mahrum etmiştir.  Bunu patronu olduğu Mr. Farraday uğruna yapmıştır. Bu açıdan o bir kurbandır.  Özgür değildir çünkü inandığı sistem itaate dayalı bir sistemdir ve bu sistem ona kendisi olma iznini vermemiştir.  İtaat programlanmış bir zihin özgür olamaz.  Ne yazık ki bu itaat zincirini Stevens babasından edinmiştir.  İnsandan insana, nesilden nesle aktarılan bu itaat zincirinde Stevens babasının takipçisi olmuştur.  Babasından aldığı bu eğitimle kendi üzerindeki kontrolü kalmamıştır, farklı davranması da mümkün olmaz.  Sorumluluk duygusu devreye girmiştir. Bir iç ses ona her an sorumluluklarını hatırlatır.  “Bir dakika, sorumluluklarını düşün, yapman gereken şeyler var.  Çalışmak zorundasın.  Hayatını kazanmak zorundasın.”  Yaptığı şeyler patronunu memnun etmek, onun tarafından onay ve kabul edilmek üzere yapılmıştır.  Kendisini memnun etmek için çok az şey yapmıştır.  Hatta bir tatile çıkma fikri bile patronundan gelmiştir. Tüm bu sorumluluklar aklına geldiğinde kendine özgürlük hakkını tanımadığının farkında değildir. Kahya olarak efendisine hizmet etmiş, ve yalnız onunla ilgilenmiştır.  Stevens hizmet ettiği süre boyunca, bir anlamda hizmet ettiği kişinin malı haline gelmiştir. Ancak yaptığı yolculuktan sonra hayatını yaşamadığını anlayacaktır

Orhan Kemal’in Murtaza romanındaki bekçi karakteri Stevens ile benzer durumlar sergiler. Murtaza da iş anlayışı bakımından hiç kimseye benzemeyen biridir. Yaşadığı mahallenin gözünde bir 'deli' olarak görülür ve öyle tanınabilir. Kendini adadığı görev anlayışı, tutum ve davranışları ile üstlendiği görevi  'mükemmel' bir uyum içinde yerine getirir. Mahalledeki bekçiliği ve daha sonra fabrikadaki görevinde amirlerinden aldığı kuralları sorgusuz sualsiz yerine getirmesi onu diğer işçilerle karşı karşıya getirir. Güç ve otoriteyi temsil eden amirlerin yanlarında çalıştırmak istedikleri 'ideal' bir memurdur. Her otoriteyi temsil eden bir 'büyüğün', müdürün, amirin emrinde çalıştırmak istediği, ‘örnek' bir vatandaştır. Verilen hiçbir emri tartışmazsız, kabul eder Murtaza. Onun için amirinden aldığı bir emri yerine getirmesi yeterlidir. Bu emirlerin  'yanlış' ya da 'doğru' olduğu değerlendirmesinde bulunmaz. Bu emirlere onun asla itirazı olamaz, çünkü onun görevi sadece amirinden aldığı emri yerine yetirmektir. Emre kayıtsız şartsız itaatin temsilidir.

Görev başında onun gözü hiç kimseyi görmez. Kimseyi kayırmak, ayrıcalıklı davranmak asla onun yapacağı bir davranış değildir. Görevinde eş, dost, tanıdık, çoluk, çocuk ayrımı yapmayan biridir.  Örneğin görevli olduğu çırçır fabrikasında kendisiyle beraber çalışan çocuk yaştaki kızının açlık, yorgunluk insafsız çalışma ve sömürü ortamında yorgun düşmüş küçücük bedenini 'kutsal görev' başında uyuyakalmış gördüğünde çılgına döner. Zavallı çocuğu öldüresiye döver.  Fabrika müdürünün karşısında izahat verirken bir an yaptığı işten pişmanlık duymaz. Orhan Kemal Murtaza karakterini çizerken korkunç bir görev makinesinin gayri insani yüzüyle karşılaştırır bizleri. Murtaza insani değerlerini görevi uğruna yitirmiş, robotlaşmış, bir görev makinesine dönüşmüştür. Böyle olmakla kendinden gurur duyan bir kişi olmuştur.

Duyguya karşı “vazife”, birey yerine “kitle”, özgürlük yerine “düzen” ve “disiplini” koyabilmektir. Bir düdük sesiyle herkesi hizaya sokma arzusunun romanda cisimleşmiş halidir. Emre ve amire sarsılamaz itaatle bağlı, görülmemiş derecede ciddi, disiplinli, her zaman kahramanlık mitosunu kendine kalkan yaparak, her yerde hazır ve nazır Murtaza ve Stevens farklı toplumlarda aynı kişiliklerin temsilcileridir.

Raşel Rakella Asal
4 Nisan, 2012

 

 

Kaynakça
          *    Murat Belge, İngiliz Japonu, http://www.milliyet.com.tr
       **  Kaya Genç, Gizli Müttefikler, Sabit fikir, Ocak 2012
             ***Mehmet Nuri Gültekin, Murtaza emekli olmaz, http://www.radikal.com.tr. l5/06/2007

           **** Semiramis Yağcıoğlu, Lacan’ın Aynasında Murtaza’yı Okumak, Roman Kahramanları, Nisan/Haziran 2012, 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder