“Cortàzar okumamış insan bir kader kurbanıdır. Eserlerini okumamak korkunç sonuçları olan, sinsi ve ölümcül bir hastalıktır. Hiç şeftali yememiş bir insanın durumu gibi. Kişi yavaş yavaş mutsuzlaşır... ve belki de azar azar saçları dökülür.” Bu sözler Pablo Neruda’ya ait.Tomris Uyar onun hakkında, iyi ki erken tanımamışım, yoksa ona öykünebilirdim, demiş.Ve ustaca çevirmiş öykülerini.
Cortazar’ın sanatı yaşamın
tam içinden beslenir. Sanatı hayatımızın içine sokarak ya da yaşamın içinden
bir sanat yapıtı ortaya çıkarır. Gündelik yaşam, bellek Cortazar’ın yaşamının
temelini oluşturur. Sıradan bireyin küçük bir anlatısı bile onun sanatının
malzemesi haline gelebilir.
Cortazar’ı şöyle tanımlayabiliriz:
Tüm yazarların kıskandığı bir yazar. Edebiyata tuhaf bir mercekten bakışı ile
yadırgadığımız bir adam. Fantastik kısa öykünün büyük ustası. Seksek, adlı başyapıtıyla, geleneksel
roman yapısını altüst eden cesur bir kalem. Gerçekliğin görünen yanından çok
görünenin ardındakine yönelen bir yazar. Cümleleri uzatması ile beynimizde
sarhoşluk etkisi yaratan metinlerin yazarı. Borges hayranı bir Arjantinli. Dilin
sınırlarında gezinen, çağdaş dünya edebiyatının doruklarından biri.
Seksek, Güney Otoyolu,
Büyüdükçe, Mırıldandığım Öyküler, 62 Maket Seti, Bir Sarı Çiçek (Cinayeti
Gördüm), Ayak İzlerinde Adımlar, Açıklayıcı Bilgiler El Kitabı, Andres Fava’nın
Güncesi ve Lucas Diye Biri, Son Raunt’adlı eserleri dilimize
çevrilen Cortazar, postmodern edebiyatın en önemli isimlerinden.
Entelektüel birikiminin en
üst katmanlarında olduğunu metinlerine yansıtan Arjantinli yazar, anlatılarında
hayalle gerçek arasında gelgitlerde gezinir.
Okunması gereken usta işi metinlerdir bunlar; ama Cortazar’ı okumak için
özellikle sakin bir ortam seçmeli. Kendinizi mutlu hissedeceğiniz bir yere
kıvrılmalı ve okumanın keyfini çıkarmalısınız. Aksi takdirde okuduğunuzu
anlamak bir hayli zorlaşacaktır. Ama hele bir Cortazar’ı anlamaya başladınız mı
işte o andan itibaren sizi olağanüstü hazlara sürükleyecek bir okuma şölenine
hazırlıklı olun.
Deneysel yazını, gündelik yaşamın
sıradanlığıyla ustaca birleştirerek dilin sınır kapılarını zorlayan en sıra dışı,
en ayrıksı yazar olarak edebiyat dünyasında yerini alan Cortazar bakın koku ile
ilgili nasıl bir tasvir yapmış: "Kokular,
sarmalayan coşkulu müzik, misk ve şeytan şalgamı... Şuran yeşil akik kokuyor. Burası
kırmızı akik taşı gibi. Şurası, dur bekle biraz, diyeceğim, maydanoza benziyor,
ama tamı tamına değil, antilop derisinde unutulmuş bir yapracık, maydanoz,
şurası sen işte, sen kokmaya başlıyorsun burada. Ne garip değil mi, bir kadının, bir erkeğin
burnuyla kendi kokusunu alamayışı. Evet, tam burası, kıpırdama, rahat bırak
da..."
Güney Amerika fantastik yazınının
usta kalemi Julio Cortazar yüzyılımızın üzerinde en çok tartışılan ve okunan
deneysel romanlarından 1963 yılında yayınlanan, yazarın başyapıtı olarak kabul
edilen ‘Seksek’’de, kitabın başında, yazarın okuma planı ışığında ‘Sek sek’in
bölümleri arasında ileri geri dolaşarak okura bir okuma planı verir. Okuma
sırasındaki bu sıçramalar, bir seksek oyununa benzetilir. Aynı zamanda bu sıçramalar, insanoğlunun
yaşadığı dünyanın parçalanmışlığının gizemli bir simgesi yerine de geçer. Bu sıçramalı okuyuşlarla, gerçekliğin
dayattığı saçmalığın içinde biçimlenen bir dünyada, ‘Seksek’in son halkasına ulaşmaya çalışan bir grup insanın hikâyesine
tanıklık ederiz. Roman, başında okuyucuya verdiği bu okuma tarifi ile
birbirinden farklı bakış açılarını da yanına katarak birçok şekilde yorumlanabiliyor.
Cortazar sabırsız okuyucularına kitabı doğrusal bir şekilde okumalarını öneriyor. Oysa kitaptaki asıl gizem, bölümleri
atlayarak okunduğunda ortaya çıkıyor. Kitaptaki “Seksek” bölümlerini
farklı sıralamalar ile okuduğunuz takdirde farklı bir bakış açısı
kazanıyorsunuz. Örneğin Ahmet Cemal, kitabın içinde yer alan Arjantin Yazını, Cortazar ve Seksek adlı denemesinde şu yorumu
getirir: Daha üst düzeyde bir kültürün arayışı içerisinde olan ve Avrupa’ya
özenen Latin Amerikalıların trajedisidir bu.‘Seksek’in kahramanı, Arjantinli Horacio Oliveira, eski dünyanın
kendisini sürüklediği Avrupa’da düş kırıklığı yaşar. Böylece iki dünya arasında
ne yapacağını bilemeyen göçmen Oliveira’nın yazgısı, Seksek’i tek bir kişinin yaşantısı olmaktan çıkarıp, yüzyılımız
insanının genel yazgısına dönüşür.
Seksek ile dünya edebiyatına deneysel bir başyapıt kazandıran Cortazar,
edebiyatın uçsuz bucaksız alanında öykü, roman, deneme yazarıdır. Uzun soluklu
metinlerde oyundan oyuna geçerken hep puan toplayan, müthiş sonuçlarıyla başarı
grafiğinde hep artı elde eden bir maraton koşucusudur.
Arjantinli bir ailenin
çocuğu olarak 1914 yılında Belçika’da doğan Cortazar’ın yazarlığa olan
ilgisinin de çocukluk döneminde başladığı söylenir. Devamlı hareket halinde geçen
bir yaşam, aile içi sorunlar ve babasının evi terk etmesinin yanı sıra zayıf
bir bünyesi olduğu için çocukluğunun büyük bir kısmını hasta olarak geçirmesi… Bu
yorucu dönemde yaşadıkları, Cortazar’ın kendine özgü ve sıra dışı iç dünyasının
gelişiminin ilk tetikleyicisi olur.
Cortazar yazmaya şiirle başlar. İlk şiir kitabını
1938 yılında üniversitede eğitim görevlisiyken yayınlayan Cortazar’ın ilk kısa
öykü kitabı Bestiario ise 1951
yılında yayınlanır. Bestiario Cortazar’ın
Arjantin’e de vedasıdır aslında. 1952 yılında UNESCO’da çevirmenlik görevini
yapmak üzere Paris’in yolunu tutar ve bir daha Arjantin’e geri dönmez. Paris
yılları Cortazar’ın iç dünyasından en başarılı öykülerin birer birer ortaya
çıktığı dönem olur.
Cortazar, roman kahramanı olarak Andres
Fava’yı ilk olarak Sınav (El Examen) adlı romanında okunur kılar
ve hiç ara vermeden Fava için bir de günce kaleme alır. Farklı bu iki yapıt
1950 yılında yazılmakla birlikte aynı yıl okuyucuyla buluşmaz. Örneğin Sınav (El Examen), Buenos Aires’te ancak 1986’da basılabilir. Bunun
nedeni Cortazar’ın, dönemin siyasi iktidarı Peron yönetimine karşı aldığı
tavır. Cortazar, yurttaşı ve meslektaşı olan ve birçok açıdan öyküleri
kendisininkilerle karşılaştırılan Borges’in aksine, siyasi olgularla iç içe
yaşayan bir yazar. Bu durum ülkesinde hapse girmesine, Fransız dili uzmanı
olarak çalıştığı Cuyo Üniversitesi’nden istifa etmesine, hatta 1951 yılında
Arjantin’i terk etmesine neden olur.
1946-1948
yılları arasında bir yayınevi yönetir ve çeviriler yapar. Çevirileriyle, başka
birçok kitabın yanında Robinson Crusoe’yu ve Edgar Allan Poe’nun öykülerini
İspanyolcaya kazandırır. 1949’da uzun anlatısal şiir kitabı Los Reyes (Krallar) yayımlanır. Los
Reyes, Cortazar’ın şiire ve fantezi türüne duyduğu yoğun ilginin ilk örneği
aynı zamanda. Ardından Bestiario (Hayvan
Öyküleri) gelir. Yazarın en çarpıcı öykülerinden biri Ele Geçirilen Ev, bu kitapla ortaya çıkar. Buenos Aires Antolojileri adlı yayında Ele Geçirilen Ev’e yer veren Borges, Cortazar’ın özellikle
öykülerindeki dilsel yaratıcılığa şu sözlerle dikkat çeker: “Kimse bir Cortazar
öyküsünün olay örgüsünü yineleyemez; her öykü belli bir düzen içindeki belli
sözcüklerden oluşur. Eğer öyküleri özetlemeye kalkışırsak çok değerli bir şeyin
kaybolduğunu fark ederiz.”
Arjantin’i terk etmenin eşiğinde
yazdığı Andres Fava’nın Güncesi de,
okurun dikkatini dil ve duygu, dil ve düşünce ilişkisine çeker. Daha kitabın
ilk sayfalarında edebiyatla hesaplaşmaya soyunur yazar. Yazarın işi nedir?
Yazar kafasında kurduklarını nasıl dile döker, okura nasıl ulaşır? Metin nedir?
Nasıl oluşur? Kitabın içine serpiştirilen metinlerarası göndermeler, bu büyük
Arjantinli yazarın çıraklık yıllarında neler okuduğunun, hangi metinlerle,
hangi düşünsel birikimle yoğrularak kendi hamurunu kardığının ipuçlarını
veriyor. Rimbaud’nun Cehennemde Bir
Mevsimi, James Joyce’un Sanatçının
Bir Genç Adam Olarak Portresi,
Sartre ve Marx’tan yola çıkarak değerlendirilen birey ve toplum ilişkisi… Ve
daha birçok alıntı ve gönderme, yazarın iç dünyasında, bir ucunda düzyazının,
keskin bir eleştiri ve felsefenin, diğer ucunda ise dilsel yaratıcılığın
evrenine buyur eder okuru.
Cortazar, Andres Fava’nın
ağzından, tür olarak günce üzerine şu yorumu getirir: “Belki de böyle günce
tutmak Arjantinlilerin işi; kahve gibi -yaşamın ağızdan tutulan güncesi- (...)
Üstelik bir günce tutabilmek için onu hak etmek gerek. Gide ya da T. E.
Lawrence gibi.” Fava, günceyi kaynayan şurubun üstünü bağlayan incecik dantele,
kendisini ise, henüz üstü köpük tutmayacak boş bir sahana benzetir.
Andres Fava’nın Güncesi yazarlık yaşamının ilk yıllarında, genç
Cortazar'ın, roman kişisi Andrés Fava aracılığıyla sorduğu sorularla dolu bir
kitap. Cortazar hem yazma ile okuma arasındaki ilişkiyi hem de özgün psikolojik
edim olarak yazma eylemini irdeler bu yapıtında. Günce bu edimin kaynaklarına
yaptığı yolculuğu içeren bir anlatıdır. Büyük bir yazarın yazma eylemi üzerine
derin düşünme denemesidir de diyebiliriz. Kitabın kurmaca soyağacını izleyince
Cortàzar'ın ilk romanı El Examen (Sınav)
ile karşılaşıyorsunuz: Günceyi tutan Andrés Fava kurmaca yaşamını bu romanda
sürüyor. Yazarın, kendinin bir kurmaca kişiye dönüştürdüğü biçiminde de
okuyabiliriz Andres Fava’nın günlüğünü. Andres’in, yazdığı öyküleri, romanları
anlatıp kendiyle tartışmasıdır da diyebiliriz. Bu arada, "gerçi senin ama
benim olan sözcüğün" diyerek metnin Andrès Fava'nın olduğu kadar, kendinin
de olduğunu belirtir ya da Andrès benimsemiştir yazarın görüşlerini. Yazarın
güncesi ya da bir roman güncesine dayalı bir roman olarak değil de yalnızca bir
Cortazar metni olarak da okunabileceğini belirtir Semih Gümüş. Cortazar bu
güncesinde yazma edimi kadar hayat üzerine de düşünür. Yazarın bir aydın olarak
kendini var etmek zorunda olduğunun farkındadır. Altyapısı oluşmamış bir
yazarın düşüncelerinin tutarsızlığı ve yoksulluğu altında ezileceği korkusu bir
karabasan gibi onu hiç terk etmez.
Andres Fava kim mi? O, acıyı
öldürmesini bilmeyen, kendini ona öldürten yumuşak ruhlu insanlardandır.
"Yazarken nasıl da acı çektiğimi biliyorum."
der Andrès. Ve şöyle devam eder:
“Yazdığım her tümceyle bir öncekinin eksikliklerinin ve boşunalığının
doğrulanması; gerçekleşmeyi bekleyen düşünce (Eh, işin aslına bakılırsa
bekleyen benim.) ile o korkunç boy ölçüşme. Yine de çektiğim acı, aslında işe
geri dönmenin verdiği bu keyiftir. Neden eninde sonunda beni alt ediyor acaba?
Demek istediğim, acaba neden nabzım, küçük motorun basınç ibresi olumsuzluklara
tepki veriyor da neden aldığım zevke, duyduğum keyfe kayıtsız kalıyor? Küçük
oyunlar oynayan yürek bungusu- bir tek çalışmalarımda da değil; boynundaki
albatrostan halkasıyla gelip eğlenceyi bozan gemici gibi: “Çok keyiflendim,
hadi bakalım, artık sıra acı çekmeye geldi.” (s.71)
Bir de Cortazar’ın Andre Gide hakkındaki yorumuna bakalım isterseniz:
Gide gibi bir yazarın “kariyerinin” en
özenilecek yanı, gün gelip esen yele bırakılacak yemyeşil, gür bir ağacı
oluşturmak üzere bir araya gelen parçaların sürekli ve uyumlu gelişmesidir. İlk
kitapların çelişkileri, arayışları, başkaldırısı ve yoluna çıkanlar; “evreler”,
saplantılar; duyumsal, zihinsel ve ahlaki dizgelerin kavramlar ve Keast’in
dediği proved upon the pulses, yaşamla sınanmış deneyimler çevresinde
örgütlenmesi, düzenlenmesi. Yapıtlarını zamandizimsel olarak okurken bir yazara
(Sözcüğü tüm insanca anlamıyla kullanıyorum.) dönüşmenin, nasıl da bir şeyler
yazmaktan çok, geri çekilip daha birçok şeyi yazmaktan kendini alıkoymak
olduğunun gitgide ayırdına varması (s. 75)
Roland Barthes, yazma ediminin kökeninde
“yazma arzusu”nun yattığını söyler. Kendi
yazdıklarından yola çıkarak bir arzuyu karşılamak için yazdığının
bilincindedir. Yazma arzusunu şöyle açıklar:
Yazma arzusunun belli bir kalkış noktasından kaynaklandığını saptadığını
söyler. Bu kalkış noktası, başkaları tarafından yazılmış bazı metinleri
okuduğunda aldığı hazdır, hissettiği neşedir, duyumsadığı sevinç ve doyum
duygusudur. Okumuş olduğu için yazdığını söyler ve bu zincirin başlangıcında
ilk yazan kişiyi arar. Çözemediği, çözmek de istemediği genel sorun burada
yatar. Okuma zevkinden yazma zevkine
geçmek için bir farkındalılık gerekir. Yazı üreten sevincin başka bir sevinç
olduğunu duyumsar.Yazma eylemini, bir coşku, bir kendinden geçme, bir değişim
geçirme, bir aydınlanma olarak ifade eder. Örneğin Chateaubriand okumaları onda
öyle bir dil büyülenmesi, bir haz sürüklenmesi yaratır, onu öylesine okşar ki
bu yazılara bir açıklama, bir yorum eklemek istemez. Oysa olanaklıdır böyle bir
açıklama. O her Chateaubriand okuyuşta metnin bu okşama etkisini duyumsamak
ister.
Barthes’e göre yazmak, yeniden
yazmayı istemektir. Her güzel yapıt, hatta onu etkileyen her okunmuş yapıt,
arzulanan bir yapıta dönüşür, tıpkı sevgili gibi. Okunmuş ve etkilenilmiş yapıt
onda tamamlanmamışlık, yitirilmişlik, eksiklik hissetmesine neden olur çünkü o yapıtı kendi oluşturmamıştır.
Yazar olarak onun vazifesi, bu metni yeniden ele alarak onu oluşturmak, onu
yeniden var etmektir. Bu yüzden “Yazmak yeniden- yazmayı istemektir.” der. Ve
şöyle açıklama getirir: “Ben, güzel olana ama bu arada içimde eksikliğini
duyduğum ve bana gerekli olan şeye etkin biçimde kendimi katmak isterim.”
Arzunun izinden giderken okuma
eyleminden yazma eylemine geçmek kuşkusuz öykünmenin labirentlerinde
gezinmektir. Ama öykünme sözcüğünü dile getirir getirmez hemen onu bırakır. Çünkü
okumadan yazmaya öylesine özel, öylesine ayak direyen, öylesine deforme edici
bir öykünme oluşur ki okunan (ve çekici gelen) kitabın yazılacak kitap ile
bağıntısını ileri sürmek için başka bir sözcük bulmak gerekecektir.
Geleneksel, kuramsal edebiyat kavramlarının
büyük anlatılarına, cilalı yapıtlarına alışkın olan okur için Cortazar’ın
sanatı bu eksende anlaşılmaz, mesafeli bir hale bürünebilir… Teoriden beslenen
yerleşik kalıplara, edebî kodlara, eleştirel, kimi zaman ironik bir tavırla,
karşılık veren Cortazar okumaları, bir edebiyat şölenidir. Gücünü sanatın
eleştirel misyonundan alarak edebiyata yaklaşır.
Sanatın gücü bizi düşlere
sürükleyen, doğal bakış açımızdan bizi söküp alan güçtür. Bu güçle bir
karşılaştık mı artık ne yüze ne renge ne göğe ne de gövdeye aynı gözle bakarız.
Yeni bir dünya görüşüne sahibizdir artık. Duyumsadığımızca. Güzelliği görme ya
da yoğun zevk alma, hatta şokla, acıyla, acımayla, bazen de iğrenmeyle
karşılaşma da bu değişen bakışımızın bir parçasıdır. Sanki duygularımızla beraber biz de, dünyaya
bakışımız da tümüyle değişmiştir.
Yaşamı ve yapıtı, bir bütün
olarak biriktirdiği bilgiyi sanatsal bir şekilde metinleriyle geliştirmiştir. Yapıtları,
durmaksızın şaşırtan imgelemin bir yansımasıdır. Daima değişim içinde bir
dünyada, o da sürekli deneyimleyen bir yazardır. Eserleri avangard kavramların
kışkırtıcı niteliklerini korumakla, günümüz sanatına bir kaynak oluşturur.
Saplantılı bir şekilde, kendi ifade formunu aramıştır. Yaratıcı ve kendine özgü stiliyle,
Cortazar’ın Andres Fava’nın Güncesi’ne
bir bakış, onun yapıtının ve yaşamının anahtarlarını gösterme açısından önemli
bir belgedir. Yazmak için kapıldığı çılgınca arayışta, risk almayı bilmiş,
dünya edebiyatında eşi bulunmaz bir yazar olmayı başarmıştır.
Ah Andres,
Bir yaşam kayıyor elinden,
Önceki öldürülenler gibi,
Evrenin filan canı cehenneme.
Benlik tek başına duruyor öylece,
Kanını emiyor dünyanın tek gözüyle
-hiçbir şey görmeden.
27 Eylül, 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder