28 Aralık 2013 Cumartesi

Julio Cortazar’la Edebiyatta Bambaşka Dünyalara Açılmak



        “Cortàzar okumamış insan bir kader kurbanıdır. Eserlerini okumamak korkunç sonuçları olan, sinsi ve ölümcül bir hastalıktır. Hiç şeftali yememiş bir insanın durumu gibi. Kişi yavaş yavaş mutsuzlaşır... ve belki de azar azar saçları dökülür.” Bu sözler Pablo Neruda’ya ait.Tomris Uyar onun hakkında, iyi ki erken tanımamışım, yoksa ona öykünebilirdim, demiş.Ve ustaca çevirmiş öykülerini.
Cortazar’ın sanatı yaşamın tam içinden beslenir. Sanatı hayatımızın içine sokarak ya da yaşamın içinden bir sanat yapıtı ortaya çıkarır. Gündelik yaşam, bellek Cortazar’ın yaşamının temelini oluşturur. Sıradan bireyin küçük bir anlatısı bile onun sanatının malzemesi haline gelebilir.
Cortazar’ı şöyle tanımlayabiliriz: Tüm yazarların kıskandığı bir yazar. Edebiyata tuhaf bir mercekten bakışı ile yadırgadığımız bir adam. Fantastik kısa öykünün büyük ustası. Seksek, adlı başyapıtıyla, geleneksel roman yapısını altüst eden cesur bir kalem. Gerçekliğin görünen yanından çok görünenin ardındakine yönelen bir yazar. Cümleleri uzatması ile beynimizde sarhoşluk etkisi yaratan metinlerin yazarı. Borges hayranı bir Arjantinli. Dilin sınırlarında gezinen, çağdaş dünya edebiyatının doruklarından biri.
Seksek, Güney Otoyolu, Büyüdükçe, Mırıldandığım Öyküler, 62 Maket Seti, Bir Sarı Çiçek (Cinayeti Gördüm), Ayak İzlerinde Adımlar, Açıklayıcı Bilgiler El Kitabı, Andres Fava’nın Güncesi ve Lucas Diye Biri, Son Raunt’adlı eserleri dilimize çevrilen Cortazar, postmodern edebiyatın en önemli isimlerinden.
Entelektüel birikiminin en üst katmanlarında olduğunu metinlerine yansıtan Arjantinli yazar, anlatılarında hayalle gerçek arasında gelgitlerde gezinir.  Okunması gereken usta işi metinlerdir bunlar; ama Cortazar’ı okumak için özellikle sakin bir ortam seçmeli. Kendinizi mutlu hissedeceğiniz bir yere kıvrılmalı ve okumanın keyfini çıkarmalısınız. Aksi takdirde okuduğunuzu anlamak bir hayli zorlaşacaktır. Ama hele bir Cortazar’ı anlamaya başladınız mı işte o andan itibaren sizi olağanüstü hazlara sürükleyecek bir okuma şölenine hazırlıklı olun.
Deneysel yazını, gündelik yaşamın sıradanlığıyla ustaca birleştirerek dilin sınır kapılarını zorlayan en sıra dışı, en ayrıksı yazar olarak edebiyat dünyasında yerini alan Cortazar bakın koku ile ilgili nasıl bir tasvir yapmış: "Kokular, sarmalayan coşkulu müzik, misk ve şeytan şalgamı... Şuran yeşil akik kokuyor. Burası kırmızı akik taşı gibi. Şurası, dur bekle biraz, diyeceğim, maydanoza benziyor, ama tamı tamına değil, antilop derisinde unutulmuş bir yapracık, maydanoz, şurası sen işte, sen kokmaya başlıyorsun burada.  Ne garip değil mi, bir kadının, bir erkeğin burnuyla kendi kokusunu alamayışı. Evet, tam burası, kıpırdama, rahat bırak da..."


Güney Amerika fantastik yazınının usta kalemi Julio Cortazar yüzyılımızın üzerinde en çok tartışılan ve okunan deneysel romanlarından 1963 yılında yayınlanan, yazarın başyapıtı olarak kabul edilen ‘Seksek’’de, kitabın başında,  yazarın okuma planı ışığında ‘Sek sek’in bölümleri arasında ileri geri dolaşarak okura bir okuma planı verir. Okuma sırasındaki bu sıçramalar, bir seksek oyununa benzetilir.  Aynı zamanda bu sıçramalar, insanoğlunun yaşadığı dünyanın parçalanmışlığının gizemli bir simgesi yerine de geçer.  Bu sıçramalı okuyuşlarla, gerçekliğin dayattığı saçmalığın içinde biçimlenen bir dünyada, ‘Seksek’in son halkasına ulaşmaya çalışan bir grup insanın hikâyesine tanıklık ederiz. Roman, başında okuyucuya verdiği bu okuma tarifi ile birbirinden farklı bakış açılarını da yanına katarak birçok şekilde yorumlanabiliyor. Cortazar sabırsız okuyucularına kitabı doğrusal bir şekilde okumalarını öneriyor.  Oysa kitaptaki asıl gizem, bölümleri atlayarak okunduğunda ortaya çıkıyor. Kitaptaki “Seksek” bölümlerini farklı sıralamalar ile okuduğunuz takdirde farklı bir bakış açısı kazanıyorsunuz. Örneğin Ahmet Cemal, kitabın içinde yer alan Arjantin Yazını, Cortazar ve Seksek adlı denemesinde şu yorumu getirir: Daha üst düzeyde bir kültürün arayışı içerisinde olan ve Avrupa’ya özenen Latin Amerikalıların trajedisidir bu.‘Seksek’in kahramanı, Arjantinli Horacio Oliveira, eski dünyanın kendisini sürüklediği Avrupa’da düş kırıklığı yaşar. Böylece iki dünya arasında ne yapacağını bilemeyen göçmen Oliveira’nın yazgısı, Seksek’i tek bir kişinin yaşantısı olmaktan çıkarıp, yüzyılımız insanının genel yazgısına dönüşür.   

Seksek ile dünya edebiyatına deneysel bir başyapıt kazandıran Cortazar, edebiyatın uçsuz bucaksız alanında öykü, roman, deneme yazarıdır. Uzun soluklu metinlerde oyundan oyuna geçerken hep puan toplayan, müthiş sonuçlarıyla başarı grafiğinde hep artı elde eden bir maraton koşucusudur. 
rapor et
Arjantinli bir ailenin çocuğu olarak 1914 yılında Belçika’da doğan Cortazar’ın yazarlığa olan ilgisinin de çocukluk döneminde başladığı söylenir. Devamlı hareket halinde geçen bir yaşam, aile içi sorunlar ve babasının evi terk etmesinin yanı sıra zayıf bir bünyesi olduğu için çocukluğunun büyük bir kısmını hasta olarak geçirmesi… Bu yorucu dönemde yaşadıkları, Cortazar’ın kendine özgü ve sıra dışı iç dünyasının gelişiminin ilk tetikleyicisi olur.
Cortazar yazmaya şiirle başlar. İlk şiir kitabını 1938 yılında üniversitede eğitim görevlisiyken yayınlayan Cortazar’ın ilk kısa öykü kitabı Bestiario ise 1951 yılında yayınlanır. Bestiario Cortazar’ın Arjantin’e de vedasıdır aslında. 1952 yılında UNESCO’da çevirmenlik görevini yapmak üzere Paris’in yolunu tutar ve bir daha Arjantin’e geri dönmez. Paris yılları Cortazar’ın iç dünyasından en başarılı öykülerin birer birer ortaya çıktığı dönem olur.
Cortazar, roman kahramanı olarak Andres Fava’yı ilk olarak Sınav (El Examen) adlı romanında okunur kılar ve hiç ara vermeden Fava için bir de günce kaleme alır. Farklı bu iki yapıt 1950 yılında yazılmakla birlikte aynı yıl okuyucuyla buluşmaz. Örneğin Sınav (El Examen), Buenos Aires’te ancak 1986’da basılabilir. Bunun nedeni Cortazar’ın, dönemin siyasi iktidarı Peron yönetimine karşı aldığı tavır. Cortazar, yurttaşı ve meslektaşı olan ve birçok açıdan öyküleri kendisininkilerle karşılaştırılan Borges’in aksine, siyasi olgularla iç içe yaşayan bir yazar. Bu durum ülkesinde hapse girmesine, Fransız dili uzmanı olarak çalıştığı Cuyo Üniversitesi’nden istifa etmesine, hatta 1951 yılında Arjantin’i terk etmesine neden olur.

1946-1948 yılları arasında bir yayınevi yönetir ve çeviriler yapar. Çevirileriyle, başka birçok kitabın yanında Robinson Crusoe’yu ve Edgar Allan Poe’nun öykülerini İspanyolcaya kazandırır. 1949’da uzun anlatısal şiir kitabı Los Reyes (Krallar) yayımlanır. Los Reyes, Cortazar’ın şiire ve fantezi türüne duyduğu yoğun ilginin ilk örneği aynı zamanda. Ardından Bestiario (Hayvan Öyküleri) gelir. Yazarın en çarpıcı öykülerinden biri Ele Geçirilen Ev, bu kitapla ortaya çıkar. Buenos Aires Antolojileri adlı yayında Ele Geçirilen Ev’e yer veren Borges, Cortazar’ın özellikle öykülerindeki dilsel yaratıcılığa şu sözlerle dikkat çeker: “Kimse bir Cortazar öyküsünün olay örgüsünü yineleyemez; her öykü belli bir düzen içindeki belli sözcüklerden oluşur. Eğer öyküleri özetlemeye kalkışırsak çok değerli bir şeyin kaybolduğunu fark ederiz.”

Arjantin’i terk etmenin eşiğinde yazdığı Andres Fava’nın Güncesi de, okurun dikkatini dil ve duygu, dil ve düşünce ilişkisine çeker. Daha kitabın ilk sayfalarında edebiyatla hesaplaşmaya soyunur yazar. Yazarın işi nedir? Yazar kafasında kurduklarını nasıl dile döker, okura nasıl ulaşır? Metin nedir? Nasıl oluşur? Kitabın içine serpiştirilen metinlerarası göndermeler, bu büyük Arjantinli yazarın çıraklık yıllarında neler okuduğunun, hangi metinlerle, hangi düşünsel birikimle yoğrularak kendi hamurunu kardığının ipuçlarını veriyor. Rimbaud’nun Cehennemde Bir Mevsimi, James Joyce’un Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi, Sartre ve Marx’tan yola çıkarak değerlendirilen birey ve toplum ilişkisi… Ve daha birçok alıntı ve gönderme, yazarın iç dünyasında, bir ucunda düzyazının, keskin bir eleştiri ve felsefenin, diğer ucunda ise dilsel yaratıcılığın evrenine buyur eder okuru.

Cortazar, Andres Fava’nın ağzından, tür olarak günce üzerine şu yorumu getirir: “Belki de böyle günce tutmak Arjantinlilerin işi; kahve gibi -yaşamın ağızdan tutulan güncesi- (...) Üstelik bir günce tutabilmek için onu hak etmek gerek. Gide ya da T. E. Lawrence gibi.” Fava, günceyi kaynayan şurubun üstünü bağlayan incecik dantele, kendisini ise, henüz üstü köpük tutmayacak boş bir sahana benzetir.

Andres Fava’nın Güncesi yazarlık yaşamının ilk yıllarında, genç Cortazar'ın, roman kişisi Andrés Fava aracılığıyla sorduğu sorularla dolu bir kitap. Cortazar hem yazma ile okuma arasındaki ilişkiyi hem de özgün psikolojik edim olarak yazma eylemini irdeler bu yapıtında. Günce bu edimin kaynaklarına yaptığı yolculuğu içeren bir anlatıdır. Büyük bir yazarın yazma eylemi üzerine derin düşünme denemesidir de diyebiliriz.  Kitabın kurmaca soyağacını izleyince Cortàzar'ın ilk romanı El Examen  (Sınav) ile karşılaşıyorsunuz: Günceyi tutan Andrés Fava kurmaca yaşamını bu romanda sürüyor. Yazarın, kendinin bir kurmaca kişiye dönüştürdüğü biçiminde de okuyabiliriz Andres Fava’nın günlüğünü. Andres’in, yazdığı öyküleri, romanları anlatıp kendiyle tartışmasıdır da diyebiliriz. Bu arada, "gerçi senin ama benim olan sözcüğün" diyerek metnin Andrès Fava'nın olduğu kadar, kendinin de olduğunu belirtir ya da Andrès benimsemiştir yazarın görüşlerini. Yazarın güncesi ya da bir roman güncesine dayalı bir roman olarak değil de yalnızca bir Cortazar metni olarak da okunabileceğini belirtir Semih Gümüş. Cortazar bu güncesinde yazma edimi kadar hayat üzerine de düşünür. Yazarın bir aydın olarak kendini var etmek zorunda olduğunun farkındadır. Altyapısı oluşmamış bir yazarın düşüncelerinin tutarsızlığı ve yoksulluğu altında ezileceği korkusu bir karabasan gibi onu hiç terk etmez.

Andres Fava kim mi? O, acıyı öldürmesini bilmeyen, kendini ona öldürten yumuşak ruhlu insanlardandır.
"Yazarken nasıl da acı çektiğimi biliyorum." der Andrès. Ve şöyle devam eder:
Yazdığım her tümceyle bir öncekinin eksikliklerinin ve boşunalığının doğrulanması; gerçekleşmeyi bekleyen düşünce (Eh, işin aslına bakılırsa bekleyen benim.) ile o korkunç boy ölçüşme. Yine de çektiğim acı, aslında işe geri dönmenin verdiği bu keyiftir. Neden eninde sonunda beni alt ediyor acaba? Demek istediğim, acaba neden nabzım, küçük motorun basınç ibresi olumsuzluklara tepki veriyor da neden aldığım zevke, duyduğum keyfe kayıtsız kalıyor? Küçük oyunlar oynayan yürek bungusu- bir tek çalışmalarımda da değil; boynundaki albatrostan halkasıyla gelip eğlenceyi bozan gemici gibi: “Çok keyiflendim, hadi bakalım, artık sıra acı çekmeye geldi.” (s.71)


Bir de Cortazar’ın Andre Gide hakkındaki yorumuna bakalım isterseniz:
Gide gibi bir yazarın “kariyerinin” en özenilecek yanı, gün gelip esen yele bırakılacak yemyeşil, gür bir ağacı oluşturmak üzere bir araya gelen parçaların sürekli ve uyumlu gelişmesidir. İlk kitapların çelişkileri, arayışları, başkaldırısı ve yoluna çıkanlar; “evreler”, saplantılar; duyumsal, zihinsel ve ahlaki dizgelerin kavramlar ve Keast’in dediği proved upon the pulses, yaşamla sınanmış deneyimler çevresinde örgütlenmesi, düzenlenmesi. Yapıtlarını zamandizimsel olarak okurken bir yazara (Sözcüğü tüm insanca anlamıyla kullanıyorum.) dönüşmenin, nasıl da bir şeyler yazmaktan çok, geri çekilip daha birçok şeyi yazmaktan kendini alıkoymak olduğunun gitgide ayırdına varması (s. 75)

Roland Barthes, yazma ediminin kökeninde “yazma arzusu”nun yattığını söyler.  Kendi yazdıklarından yola çıkarak bir arzuyu karşılamak için yazdığının bilincindedir. Yazma arzusunu şöyle açıklar:  Yazma arzusunun belli bir kalkış noktasından kaynaklandığını saptadığını söyler. Bu kalkış noktası, başkaları tarafından yazılmış bazı metinleri okuduğunda aldığı hazdır, hissettiği neşedir, duyumsadığı sevinç ve doyum duygusudur. Okumuş olduğu için yazdığını söyler ve bu zincirin başlangıcında ilk yazan kişiyi arar. Çözemediği, çözmek de istemediği genel sorun burada yatar. Okuma zevkinden yazma zevkine geçmek için bir farkındalılık gerekir. Yazı üreten sevincin başka bir sevinç olduğunu duyumsar.Yazma eylemini, bir coşku, bir kendinden geçme, bir değişim geçirme, bir aydınlanma olarak ifade eder. Örneğin Chateaubriand okumaları onda öyle bir dil büyülenmesi, bir haz sürüklenmesi yaratır, onu öylesine okşar ki bu yazılara bir açıklama, bir yorum eklemek istemez. Oysa olanaklıdır böyle bir açıklama. O her Chateaubriand okuyuşta metnin bu okşama etkisini duyumsamak ister.

Barthes’e göre yazmak, yeniden yazmayı istemektir. Her güzel yapıt, hatta onu etkileyen her okunmuş yapıt, arzulanan bir yapıta dönüşür, tıpkı sevgili gibi. Okunmuş ve etkilenilmiş yapıt onda tamamlanmamışlık, yitirilmişlik,  eksiklik hissetmesine neden olur çünkü o yapıtı kendi oluşturmamıştır. Yazar olarak onun vazifesi, bu metni yeniden ele alarak onu oluşturmak, onu yeniden var etmektir. Bu yüzden “Yazmak yeniden- yazmayı istemektir.” der. Ve şöyle açıklama getirir: “Ben, güzel olana ama bu arada içimde eksikliğini duyduğum ve bana gerekli olan şeye etkin biçimde kendimi katmak isterim.”

Arzunun izinden giderken okuma eyleminden yazma eylemine geçmek kuşkusuz öykünmenin labirentlerinde gezinmektir. Ama öykünme sözcüğünü dile getirir getirmez hemen onu bırakır. Çünkü okumadan yazmaya öylesine özel, öylesine ayak direyen, öylesine deforme edici bir öykünme oluşur ki okunan (ve çekici gelen) kitabın yazılacak kitap ile bağıntısını ileri sürmek için başka bir sözcük bulmak gerekecektir.
Geleneksel,  kuramsal edebiyat kavramlarının büyük anlatılarına, cilalı yapıtlarına alışkın olan okur için Cortazar’ın sanatı bu eksende anlaşılmaz, mesafeli bir hale bürünebilir… Teoriden beslenen yerleşik kalıplara, edebî kodlara, eleştirel, kimi zaman ironik bir tavırla, karşılık veren Cortazar okumaları, bir edebiyat şölenidir. Gücünü sanatın eleştirel misyonundan alarak edebiyata yaklaşır.
Sanatın gücü bizi düşlere sürükleyen, doğal bakış açımızdan bizi söküp alan güçtür. Bu güçle bir karşılaştık mı artık ne yüze ne renge ne göğe ne de gövdeye aynı gözle bakarız. Yeni bir dünya görüşüne sahibizdir artık. Duyumsadığımızca. Güzelliği görme ya da yoğun zevk alma, hatta şokla, acıyla, acımayla, bazen de iğrenmeyle karşılaşma da bu değişen bakışımızın bir parçasıdır.  Sanki duygularımızla beraber biz de, dünyaya bakışımız da tümüyle değişmiştir.

Yaşamı ve yapıtı, bir bütün olarak biriktirdiği bilgiyi sanatsal bir şekilde metinleriyle geliştirmiştir. Yapıtları, durmaksızın şaşırtan imgelemin bir yansımasıdır. Daima değişim içinde bir dünyada, o da sürekli deneyimleyen bir yazardır. Eserleri avangard kavramların kışkırtıcı niteliklerini korumakla, günümüz sanatına bir kaynak oluşturur. Saplantılı bir şekilde, kendi ifade formunu aramıştır.  Yaratıcı ve kendine özgü stiliyle, Cortazar’ın Andres Fava’nın Güncesi’ne bir bakış, onun yapıtının ve yaşamının anahtarlarını gösterme açısından önemli bir belgedir. Yazmak için kapıldığı çılgınca arayışta, risk almayı bilmiş, dünya edebiyatında eşi bulunmaz bir yazar olmayı başarmıştır.



Ah Andres,
Bir yaşam kayıyor elinden,
Önceki öldürülenler gibi,
Evrenin filan canı cehenneme.
Benlik tek başına duruyor öylece,
Kanını emiyor dünyanın tek gözüyle
-hiçbir şey görmeden.





27 Eylül, 2009



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder