“İnsanın kişisel yaşama olan
şiddetli arzusu ile çevresinin uyum istemi onun kişiliğini şekillendiren karşıt
iki güçtür.” der Hermann Hesse.
Hermann
Hesse’nin “Bozkırkurdu” romanında işlediği temalar, ‘yalnızlık, bireyin
parçalanmışlığı, ikiyüzlülük, bireyin kendini sakatlaması ve intihar’ olarak
özetleyebiliriz.
Bozkırkurdu
romanın girişinde bize yeğeni tarafından şöyle tanıtılır:
“Hayır, Bozkırkurdu’nun bakışı
çağımızın, çağımızdaki bütün o yapmacık işgüzârlıkların,bencil,açgözlü
çabaların,kendini beğenmiş, sığ entelektüelliğin yüzeysel oyununun içine
sızıyordu...ah,ne yazık ki bu bakış daha da derinlere
iniyor,çağımızın,ussallığımızın,uygarlığımızın kusurları ve umarsızlıklarından
çok daha ilerilere uzanıyor,tüm insanlığın can evine gidip dayanıyordu.Bir
düşünürün,belki bilge bir kişinin insan yaşamının vakar ve anlamından duyduğu
kuşkuyu usta bir dille tek bir saniyede açığa vurmaktaydı.Bu bakış diyordu ki:
‘Görün işte,böyle soytarı kişileriz biz!Görün işte,böyledir insan!’Ve tüm şan
ve şöhretler,tüm akıllılıklar,tüm ussal kazanımlar,insanlığın yücelik,büyüklük
ve kalıcılığına yönelik tüm atılımlar yıkılıp gidiyor,maskaraca bir oyuna
dönüşüyordu!”(s.10-11)
“Yolunu
şaşırıp bizim aramıza düşmüş kentlerde ve sürü yaşamında soluğu almış bir
bozkırkurdu...onun yalnızlığını,vahşiliğini,tedirginliğini,ondaki yurtsama
duygusunu ve onun yurtsuzluğunu.”(s.18)
Tabii ki bütün bu temalar rastlantısal bir
şekilde birbiriyle kesişir. Örneğin yalnızlık, parçalanmışlık ve ikiyüzlülük (seçkin
sınıfın yani elit sınıfın karşılığı olarak) hepsi aynı tema içine sığar.
Bozkırkurdu’nun en önemli sorunu topluma
bakış açısıyla ve sosyal sınıfların toplumda oynadığı rolde kendini gösterir. Çelişkileri
vardır. Burjuvaziden nefret ettiği halde kendini o sınıftan koparamaz. Kendini
Mozart, Goethe gibi ölümsüz sanatçılarla özdeşleştirir. Büyük ustaların
yapıtları sayesinde uluya, kutsala ulaşır.
Onun gözünde burjuvazi ikiyüzlüdür. Yapmacıktır.
Bunlardan biri olmadığı için gurur duysa
da , bazı özellikleriyle kimi zaman tastamam bir burjuva hayatı sürer. Bankada
parası vardır, yoksul hısım ve akrabalarına destek olur, pek özenli sayılmasa
da yakışık aldığı gibi, dikkat çekmeyecek şekilde giyinir. Polisle, vergi dairesiyle ve diğer yetkili
makamlarla barış içinde güzel güzel yaşamaya bakar. Ayrıca küçük burjuvazi
terbiyesiyle büyütülmüştür ve bu terbiyeden kafasında bir sürü kavram ve şablon
kalmıştır. Böylece varlığının bir yarısıyla savaştığı ve yadsıdığı şeyleri öbür
yarısıyla benimseyip onaylar. Yasalara, erdemlere ve sağduyuya yukarıdan bakan
Harry, burjuvazinin zorunlu bir mahkûmudur. Ondan yakasını kurtaramaz.
Çevreyi,
kendini burjuvaziden soyutlamakta görür; kendisini yalnızlığa iter. Görüşleri
derinleştikçe, burjuvaziden tiksintiye varan bir iğrenme duydukça, çözümü
intiharda görür.
Kitapta
“benliğin parçalanması sosyal sınıfların parçalanışı” kadar önemli bir tema
olarak işlenir.Bozkırkurdu sınıfsal ayrılıklardan dolayı kendini sosyal
sınıflardan ayrı görse de içinde barındırdığı iki kişilik onun düşüncelerinde
parçalanmışlığı yaratır.Yazgısını kendisi için daha anlaşılır kılmak üzere kurt
ve insan, içgüdü ve us diye ikili bir ayrıma başvurur.
Harry kendi içinde bir “insan” bulur. İçindeki
bu insan düşüncelerden, duygulardan, uygarlıktan dizginlenmiş bir dünyada
yaşar. Ayrıca bir “kurt” bulur içinde. Bu kurt tarafı, içgüdülerden, vahşilikten,
acımasızlıktan, yüceltilmemiş, yontulmamış
doğadan yana bir dünyadır.
Varlığının
böyle açık seçik ikiye ayrılmasına, birbirine düşman iki yarıma bölünmesine
karşın, yine de kurt ile insanın bazı mutlu anlarda birbiriyle kardeş kardeş
geçindiğini görür. Hatta Harry kendini iki
ayrı varlıktan değil, yüz, hatta bin varlıktan oluştuğunu görür. Yaşamın, yalnızca
iki kutup, örneğin içgüdü ve us ya da ermişlik ve zevkperestlik arasında değil, binlerce hatta sayılamayacak kadar çok kutup
çiftleri arasında salındığını görür.
Çelişkiler içindedir. Huzursuzluğu onu çok
ender huzurlu anlarda terk eder. O anlar, ölümsüzlerin eserleri ile baş başa
kaldığı anlardır. Bozkırkurdu’nun acısı daha da derinleşir. İnsanlara açıklık
ve dürüstlükle kurt ve insan tarafını göstermek istese de insanlar tarafından
reddedilir. Elite, düzene, kısıtlanmaya, mantığa alışık insanlar onun kurt
tarafından rahatsızlık duyarlar. Özgürü, vahşiyi, evcilleşmemişi, serüvenciyi
ve güçlüyü savunduğunda insanları korkutur.
“Bu
arada şu düşünce geçti aklımdan: Ben nasıl şimdi giyiniyor,evden çıkıp
profesörü ziyaret ediyor,onunla az çok yapmacık nazik sözlerle konuşuyor ve
bütün bunları doğrusu gönülsüz yapıyorsam,insanların çoğu da her Allahın
günü,her saat kendilerini zorlayarak ,bir gönülsüzlükle böyle davranıyor,böyle
yaşıyor,onu bunu ziyaret ediyor,onunla bununla
söyleşiyor,dairelerinde,bürolarında oturup mesai saatinin bitmesini
bekliyordu;hepsi de zoraki,otomatik olarak,gönülsüz görülen işlerdi,makineler
tarafından da pekâlâ yapılabilecek yada yapılmadan kalabilecek işler.Ve ardı
arkası kesilmeksizin sürüp giden mekanikliktir ki onları benim gibi kendi
yaşamlarını eleştirmekten,bu yaşamın aptallığını ve sığlığını,iğrenç şekilde
sırıtan ne idüğü belirsizliğini,umarsız hüznünü ve kofluğunu görüp
duyumsamaktan alıkoyuyordu.Ah,haklıydı,yerden göğe haklıydı bu insanlar öyle
yaşamakta,yoldan çıkmış ben gibi iç karartıcı mekanikliğe karşı kendilerini
savunacak ve gözlerini umarsızlıkla dikip boşluğa bakacakken,kendi küçük
oyunlarını oynamakta ve kendi önemsedikleri şeylerin peşinden koşmakta...”(s.74)
İntihar
ve kendi kendini sakatlama el ele girer hayatına.Kendi benliğindeki parçalanmışlığından
kurtulmak için intiharı tek çözüm bulsa da kendi kendini sakatlayamaz. Boğazını
kesme, kendini asma fikri ona uzaktır. Tek çözümü kendini bir adım geri çevirip
aynadaki kendini görmek ve aynadaki yansımasına gülmektir.
“İnsanın kendini asması belki zordur,bilmiyorum.Ama yaşamak çok,çok daha
zor!Ne kadar zor olduğunu Tanrı bilir!”....(s.83)
“Aynada bir hayal gördüm, biraz
silik ve puslu, korkunç, kendi içinde devingen,kendi içinde fokurdayıp kaynayan
bir hayal:Kendimi Harry Haller’i gördüm aynada ve bu Harry Haller’in içinde
Bozkırkurdu’nu yolunu şaşırmış ve korkuyla bakan güzel ve ürkek kurdu gördüm”.(s.168)
“Pablo, küçük aynayı yeniden
cebinden çıkarıp yüzüme tuttu . Aynada yine kendisiyle boğuşup duran o şaşkın, silik,kurt
haliyle iç içe geçmiş Harry çıktı karşıma;çok iyi bildiğim,gerçekten sevimsiz
bu görüntüyü yok etmekten hiç üzüntü duymayacağım.”(s.170)
Bunun
üzerine adam yüzüme bir ayna tuttu, aynada kişisel bütünlüğümün dağılarak pek
çok ben’e ayrılmış olduğunu gördüm yeniden,hatta bana sayıları daha da artmış
gibi geldi.Ama ben’ler bu kez küçülmüştü,ele kolay gelecek büyüklükteydi.”(syf.
184)
“Ne
var ki, her ben çok yönlü bir dünyadır, yıldızlarla döşenmiş küçük bir
gökyüzüdür, çeşitli biçimlerden,aşamalardan,konumlardan,değişik kutsal
öğelerden ve değişik olanaklardan bir karmaşadır.”(s.56)
Beden
olmak tektir, ruh olmak asla.
İlk
tecrübesi sokakta yürürken bir yabancı tarafından eline tutuşturulan bilimsel
bir eserdir. Bu eser onun hakkındadır ve ona çelişkili karakterini, içinde
gelip giden birkaç benliğini anlatır. Bu durumundan kurtulması her an mümkündür. Bir itici güç onu
ele geçirecek ve ona bozkırkurdu karakterine başka bir alternatif karakter
sunacaktır.
Harry’nin
gerilimi gittikçe artar. Kendini çıkmazda bulur. Artık intihar fikrini ciddi ciddi düşünmeye
başlar. Başı boş gezmeye, sokağa atar kendini. O anda geçmekte olan bir cenaze
alayına takılır. Hayretle bilimsel eseri ona veren adamı görür. Adamın yanına
gider. Adamın ise söylediklerinden hiç haberi yoktur. Şüpheye düşer. Adam
söylediklerinin Siyah Karga’ya dair olabileceğini söyler. Siyah Karga ise
Harry’de hiçbir çağrışım yapmaz.
Cenazeden
sonra saatlerce sokaklarda başıboş gezinir. Eve gitmeye karar verir. Bir tıraş
bıçağı ile intiharını gerçekleştirmeden evvel kendine son bir içki ve yemeği
hak görür. Şehrin bilinmedik bir yerinde bulur kendini. Ve ikinci acayip
rastlantısına yakalanır: Siyah Karga’ya.
Siyah
Karga, bir jazz kulübüdür. Kendine bir içki ısmarlar. Kulüpte Hermine adında
bir kadına rastlar. Hermine onun hakkında her şeyi bilir; hayatını, bozkırkurdu
karakterini,...Üstelik bilimsel makaleden de haberi vardır. Ancak ona intihar
etmek yerine ona yaklaşmasını ve onun her emrine itaat etmesini ister.
“Kız,benim o karanlık korku hücremdeki küçük
pencerecikti,minicik aydınlık delikti,esenlikti benim için,özgürlüğe götüren
yoldu.Bana yaşamasını yada ölmesini öğretecekti;sağlam ve sevimli elini benim
kaskatı kesilmiş kalbime dokundurmalıydı ki,kalbim bu yaşam dokunuşuyla
serpilip yeşersin yada yanıp kül olsun.Onun bu gücü nereden aldığı,ona bu gücü
neyin sağladığı,benim için taşıdığı büyük önemin hangi gizsel nedenlerden
kaynaklandığı üzerinde düşünemiyordum,zaten fark etmezdi,bunu bilmem önemli
değildi.Hiçbir bilgiye,hiçbir sezgiye en ufak bir değer verdiğim yoktu
artık,bilgi ve sezgilere tıka basa doymuştum...”(s.100)
Kabul
eder.Hatta Hermine’in son emrinin onu öldürmesi olacağını söylediğinde de hiç
şaşırmaz.
“Senin için kolay olmayacak
ama,söylediğimi yapacaksın.Emrimi yerine getirecek,beni öldüreceksin. Duydun
işte. Bir şey sorma artık!...” (s.106)
Harry’nin
hayatı bu noktada tamamen değişir. Hayata dair bilgilerimizin sınırsız olduğunu
keşfeder ve benliğinin binlerce parçasını kucaklamayı öğrenmesi gerektiğini
anlar. Hermine, ona dünyevi hazlardan zevk almayı öğretir. Örneğin, dansı. Ve
bağlanılmayan aşkı. Örneğin Maria’yı kucaklar. Maria güzel bir kadındır ama
Harry’den başka sevgilileri de vardır. Hatta kimisi servisinin karşılığını da
öder.Yine jazz kulübünde Harry, saksafoncu Pablo ile tanışır. Pablo ona hayatı
hakkında değişik alternatifler sunar. Hayatın tek bir gerçeğe
indirgenemediğini, değişik gerçeklerin her an saldırısına uğradığımızı, bir
gerçeği ne kadar yakalarsak yakalayalım ona ulaştığımızı sandığımız an onu
elimizden kaçırdığımızı Harry’ye anlatır.
“Hermine adeta yaşamın
kendisiydi:Her zaman yalnızca yaşanılan an vardı onun için,gelecek diye bir şey bilmiyordu.”(s.107-108)
Harry’nin
gizemli yolculuğunun dönüm noktasında, Harry usta bir dansçı, yetenekli bir
sevgili olmuştur. Ayrıca ufku genişlemiş, kendi gerçek dünyasından uzaklaşıp, başka
dünyalara girmişse de bir fırça darbesine daha ihtiyacı vardır: Maskeli Balo’ya.
Dansa
smokinle ama maskesiz gider. Niyeti geceyi erken terk etmektir. Vestiyer fişini
cebinde taşır. Ne Hermine ne Maria ne de Pablo balodadır. Gitmeye hazırlanırken
vestiyer fişinin cebinde olmadığını görünce telaşlanır. Bir yabancı yanına
yaklaşıp ona kendi biletini vererek onu yatıştırır. Bu vestiyer fişi değildir; göze
alırsa Mucizeler Tiyatrosu’na giriş biletidir. Harry, tiyatroya girmeyi göze
alır.
Tiyatroda
Hermine’i bulur. Hermine oğlan kılığındadır. Pablo da saksafonunu çalmaktadır. Üçü
tekrar beraberdir. Pablo onlara bir takım haplar verir. Harry değişik odalara
girer. Odaların birinde Mozart’ı Handel’in bir eserini gramofonda çalar bulur. Gramofonda
çalan müziğin Mozart’ın müziğine saygısızlık olduğunu söyler, Harry. Mozart ise
buna güler. Ona gramofondaki müziğin Mozart’ın müziğinin değişik bir versiyonu
olduğunu söyler. Tıpkı gerçekler gibi. Harry’nin yapması gereken iki şey
vardır: Harry hayatı olduğu gibi kabul etmelidir. Ona sunulduğu şekli ile. İkincisi
Harry saçmalıklara gülüp geçmeyi öğrenmelidir. Kısaca kendi çelişkilerini
ciddiye almamasını, hayatın anlamsızlığına gülüp geçmesini öğütler. Öfkelenmektense
gülmektir çözümü. Ve şöyle bitirir:
“Tanrım anlıyordum her
şeyi;Pablo’yu anlıyor,Mozart’ı anlıyordum ve arkamda bir yerde onun korkunç
kahkahasını işitiyor,yaşam oyununun yüz binlerce figürünü tümüyle cebimde
biliyordum....Bir gün gelecek,ben’in parçalarıyla oynanan bu satranç oyununun
daha üstesinden gelecektim.Bir gün gelecek gülmesini öğrenecektim....”(s.209)
Mizahın,
zekanın en ileri biçimi olduğu söylenir. Belki mizah sanatın ileri biçimidir.
Mizah, düşünmenin gülen yüzüdür.
Güçlü
mizah, gerçeğin trajik algılanmasından ortaya çıkar. Ionesco’nun dramatik
oyunlarında açıkça ortaya koyduğu gibi, mizah yalnızca dil oyunlarına değil
aynı zamanda varoluşsal olanla absürd arasındaki diyalektik ilişkiye de
bağlıdır. Bergson “Gülme” adlı denemesinde trajik ile komiğin aynı kaynaktan
doğduğunu söyler.
Maskeli
baloların gizemli havası, insanın kendine ya da bir diğer deyişle “ben”e ulaşma
uğruna, ötekinin kılığına girmeyi vurgular. Karnaval, saklanmış yüzler, kamufle
edilmiş bedenlerle bizi başka dünyalara taşır. Sürekli bir değiş tokuş söz
konusudur. Yüzlerin başka yüzlere, bedenlerin başka bedenlere, kimliklerin
başka kimliklere takas edildiği bir dünyadayızdır. Bu dünya aynı zamanda
bilinçaltının labirentli dehlizleridir. Tüm bastırılmış duygular günlük
giysilerimizle birlikte rafa kalkar. Taze bir kimlik kazanma çabamızla yeni bir
bireye dönüşürüz. “Ben” kendi olma yönünde olabildiğince özgürleşmiş,
bilinçaltının sınırsız dehlizlerinde gizemli bir yolculuğa çıkmıştır. Artık
büründüğü kimliğin ardında görünmezliğin lüksünü taşır.
Hayatımızda
her deneyim bize bir şeyler öğretir. Hayatın parlak dönemleri olduğu gibi,
karanlık dönemlerini de kabul etmemiz gerekir. İniş ve çıkışlar gibi.Varolmak
sancılı bir yolculuktur. Kişi hem kendine tanıdık, hem kendine yabancıdır bu
yolculukta. Aklı karışmış, ne yapacağını şaşırmıştır. Uzun uzun dalgalanan
çığlıklar, korkunç yakarışlar, sonu gelmez hıçkırıklar arasında bu uçurumdan
kendini kurtarmaya, bir ömür peşinden koştuğu “ben”liğini yakalamaya çalışır.
Kendine
gitmek, kendini bulmak önceden ve başkalarınca giydirilmiş paslı zırhların
atılmasıdır; bir çıplaklıktır. Gövdelerimize dikilmiş, çakılmış bu pası
sökerken kanamamak olur mu? Önünde sonunda kişi bulacaktır kendini; bir
mırıldanma, bir gölge gibi yaşamamak için. Bulacaktır kendini yürekli,
çoğalmış, çırılçıplak ve elleri kanlı...
28 Şubat, 2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder