28 Aralık 2013 Cumartesi

Yüzlerce yaşındaki Kastilya’lı DON KİŞOT



Ünlü İspanyol yazar Cervantes’in (1547-1616) yazdığı Don Kişot romanı, yazıldığı süreden beri gerek yetişkinlerin, gerek gençlerin en sevdiği eserler arasında yer alır. Çek yazar Milen Kundera modern romanı Don Kişot’la başlatır. Kimi Don Kişot’un başından geçen komik olaylara güler; kimi romanlarda anlatılmak istenen ilginç fikirler düşündürür ve kimi de “henüz doğmakta olan burjuva dünyasında artık geçerliliğini tamamen yitirerek, alay ve hareket konusu olan şövalyelik ruhunun” derinliğine iniverir.  Bu dünyaca ünlü roman taşlamaya yönelik şövalyelik romanıdır. Don Kişot hem kahramanlığın karikatürü hem de övgüsüdür.  Aynı zamanda yazar Cervantes’in yaşam deneyimini, dünya görüşünü, o günkü İspanya’yı bize tanıtımıdır. Cervantes romana kendi zamanının İspanya’sını, Mancha’nın yanık manzaralarını, Kastilya gururunu, İspanya asilzadesini, halkın fakirliğini, hayal gücünü, mistik coşkunluğunu, saf bayağılığı, hanlarda ve uzun yollar üzerinde geçen hırsızların ve serserilerin hayatlarını, yenilmiş ve hor görülen askerlerin isteklerini, bir memleketi ve bir devri gösteren tüm öğeleri katmıştır.

Birinci Bölüm

Le Mancha bölgesinde yaşayan Alonso Quijano bir İspanyol soylusudur. Okuduğu romantik çağ şövalyelerinin romanslarından etkilenerek, bu müessesenin yeniden canlandırılması için yola çıkar. Israrla tek bir kesinliğin egemen olduğu bir dünya kurma çabası içindedir. Tutarlı bir gerçekçiliğin özlemini çeker.  Zırhını kuşanıp atına binerek dünyayı dolaşacak, serüven peşinde koşacak, okuduğu kitaplarda gezgin şövalyelerin yaptığı her şeyi yapacak, bütün haksızlıkları düzeltecek, tehlikeleri göğüsleyecek ve bu sayede, ebedi şan ve şöhret kazanacaktır.

İlk işi, büyükdedelerinden kalma, paslanmış, küf tutmuş, yüzyıllardır bir köşede unutulmuş zırhları temizlemek olur. Onları elinden geldiğince onarır ama büyük bir kusurları olduğunu görür: Miğferlerin açılır kapanır siperliği yoktur, tek arcaydılar. Ama bu konuda kendi becerilerini kullanıp kartondan bir yarım siperlik yaparak miğferine bitiştirir ve istediği miğfere yakın bir görüntü elde eder.

Toynakları yarıklarla dolu, bir deri bir kemik beygirine ad vermek için dört gün boyunca düşünür. Çünkü kendi gibi ünlü bir şövalyenin atı isimsiz olamaz. Kafasında birçok isim bulur, vazgeçer, çıkarır, ekler, bozar, baştan kurar sonunda Rocinante isminde karar kılar. Atına bu çok beğendiği ismi verdikten sonra, kendinle de bir isim bulmak ister; bir sekiz gün de bunu düşünmekle geçer; sonunda Don Kişot isminde karar verir. Kendi vatanının adını ekleyip kendine La Mancha’lı Don Kişot adını takar.

Artık zırhı temizlenmiş, miğferine siperlik takılmış, atına isim verilmiş, kendi ismi bulunmuş olduğuna göre, sıra âşık olacağı bir kadın bulmaktan başka bir eksiği kalmamıştır; çünkü sevdasız bir gezgin şövalye, meyvesiz bir ağaç, ruhsuz bir beden gibidir. Kendi köyüne yakın bir köyde, çok güzel bir çiftçi kızı vardır, ona bir süre âşık olmuştur. Adı Aldonza Lorenzo’dur. Hayalindeki sevgili sıfatını ona vermeyi uygun bulur. Asıl adıyla tamamen ilgisiz olmayacak, bir prensesi, soylu hanımefendiyi hatırlatacak bir isim arar. Kız El Toboso’ludur. Adını Dulcinea del Toboso koyar.

Ve bir temmuz sabahı güneş doğmadan, niyetinden hiç kimseyi haberdar etmeden, kimseye görünmeden, zırhını kuşanır, Rocinante’ye biner, başına iğreti miğferi, elinde kalkanıyla mızrağı, avlunun arka kapısından düşlerini gerçekleştirmenin sevinci ve gururuyla kırlara çıkar.

İşte, sözünün eri Don Kişot, idealinin gücünü bize en iyi ifade eden roman kahramanıdır. Sevmeye gerekseme duyduğunu bize söyleyen yine odur. Davasının doğruluğunu incelikle savunur, yalancıları ve dolandırıcıları sapadan geçirir, kürek mahkûmlarını özgürlüklerine kavuşturur. Her eylemi bir bozgunla mı sonuçlanıyor? Olsun, o idealinden taviz vermez. Olsun bitkin düşmüş olsun, yeni bir davayı savunmak üzere bir kez daha hareket geçer. Her durum için ona gerekli olan onun kendi görüşüdür. Kafasının içi sözcüklerle, cümlelerle, anlatılarla doludur. Her şeyi kendi gerçekliğine taşır. Her şey, konumunu onun konumuna göre ayarlar, dilini onun diline uydurur.

Ancak, ideali ile kendi gerçekliği arasındaki görüntüsel uçurum bile komiktir. O kafasında bir tas, elinde bir sopa, üzerinde paslı bir zırh ve cılız atı ile bir şövalye karikatürüdür. Maceralarını adamak için seçtiği güzel, yakınlarındaki bir köylü kızıdır. Önemsizdir bütün bu ayrıntılar; her şey -Don Kişot adını alan- Alonso’nun kafasında olup bitmektedir zaten. Bir şato olarak varsaydığı köhne bir handa yapılır şövalyelik töreni. Dönüş yolunda -bol vaatle kandırdığı- Sancho ile karşılaşınca ekip tamamlanır. Bundan böyle maceralar, yel değirmenlerine, koyun güden çobanlara, makinelere, şarap tulumlarına saldırılar başlayacaktır. Bölümün sonunda, akrabaları ve köyün papazı tarafından kandırılarak evine -biraz da zorla- getirilir.


İkinci Bölüm

Don Kişot’un -zihinsel olarak değilse bile- sıhhati düzelmiştir. Sancho ile yeniden yola koyulurlar. Bu arada ünü duyulmaya başlamıştır. Eğlenceye pek meraklı olan Dük ve Düşes, onun için bir oyun hazırlarlar. Don Kişot şatoda gerçek bir şövalye gibi iltifat görür, Sancho’ya bir ada niyetine, bir çiftlik parçasının valiliği verilir. Kahramanlarımız mutludur ama oyun uzun sürmez. Adasını istediği gibi yönetemeyeceğini anlayan Sancho istifa eder. Don Kişot -bir mizansen olan- düelloda yenilir ve koşul gereği köyüne dönmek zorunda kalır. Yeniden eve gelen Don Kişot aniden hastalanır. İşin tuhafı artık deliliği de sona ermiştir. Hayaller dünyasına geri dönmeyi reddeder, papaza günahlarını çıkarttırır. Artık onun için yaşamanın bir anlamı kalmamıştır. Deliliğinden vazgeçer ve ölür. Ardından bıraktığı isim “Alanso el Bueno”dur. (“iyi insan Alonso”)


Don Kişot



Romanın trajikomik kahramanı Don Quijote bağlılığın, görev duygusunun ve gerçek inancın kahramanıdır. İçinde taşıdığı güzel düşleri gerçekleştirme çabasındadır.   Onun içindeki bu güzellik, doğruluk ve hak duygusu, bizim gözümüzde onu yüceltir. O yiğit ruhludur. Maneviyatçı, idealist ve cömerttir.  Kendini düşünmez.  Hep başkaları için yaşadığından bu kişilerin sevgisini ve bağlılığını kazanır.  Heyecanlıdır.  Bu heyecanı ona çok pahallıya mal olur.  Uzun boylu düşünmeden er meydanına atılır.  Onu ne mi ateşler?  Dünyadaki tüm haksızlıklar. Onun işi haksızlıkla savaşmak, dulların imdadına koşmak, bekâretlerinin yüküyle dağdan dağa, vadiden vadiye iki büklüm dolaşan genç kızları korumaktır.  Öyleyse böyle ahlâklı bir insanın serüvenlerini okumak niçin bize gülünç gelir? 

Bir yanımızla onun düştüğü gülünç duruma duygulanır, bir yanımızla onda kendimizi buluruz.  Don Kişot’ta içimizde yaşayan gerçeği görürüz.  Çünkü tıpkı onun gibi gerçek yaşamda bizim de eylemlerimiz düşüncelerimizin yüceliğine ulaşamaz.  Ama onun bizden üstün olan tarafı, eylemlerini uygulamasındandır.  Çoğu kimsenin yapmaya cesaret edemeyeceğini gözü kırpmadan yapan bir kahramandır o. Gülünç bir duruma düşse de ideallerinden vazgeçmez. Aradığı ün bir günlük ün değildir; şövalyeliğin düşkünleştiğinden beri dünyayı kaplayan kötülüklerle dövüşerek ebedi bir ün kazanmak, gelecek kuşaklara saygıyla anılmak, Tanrı tarafından mükâfatlandırılmak ister. Ne yazık ki gülünç duruma düştüğünü de fark etmez, ayrıca bu gülünç durum onu hiç ilgilendirmez.  O inandığı yolda taviz vermez. O eskilerin altın çağ dedikleri çağı mutlu yüzyıllar olarak görür. İçinde bulunduğu çağa demir çağ der. O, eski kutsal yüzyılların arayışındadır. Olağanüstü bolluktaki duru pınarları, berrak sular sunan ırmakları, ağaçların oyuklarında, çalışkan ve becerikli arıların insanlığa bağışladığı bereketli mahsulünü arar. O zamanlar sadece huzur, sadece dostluk, sadece uyum vardı. O zamanlar, ruhun aşkla ilgili kavramları, tıpkı algılandıkları şekilde, basitçe, safça ifade edilir, daha şatafatlı olsun diye yapmacıklı dolambaçlı, laflar aranmazdı. Gerçeğe ve içtenliğe hile, yalan ve kötülük karışmazdı. Gelişigüzel yargı alışkanlığı, henüz yargıçların kafasına yerleşmemişti, çünkü o zamanlar yargılamaya gerek yoktu, yargılanacak kişi yoktu.  Bakireler, tek başlarına, yabancıların arsızlığı ve şehveti tarafından lekelenme korkusu olmadan, dolaşırlardı. Oysa yaşadığı çağ iğrençti; hiçbir bakire emniyette değildi. Onların emniyeti için, zaman geçtikçe ve kötülük arttıkça, gezgin şövalye tarikatları kuruldu; bakireler kollamak, dulları korumak, yetim ve muhtaçlara yardım etmek için. İşte Don Kişot da bu tarikata bağlıydı.

Hayranlık duyduğumuz tüm kahramanların tam karşıtıdır.  Yaptığı şeylerin genelde garip görülmesi bu yüzdendir; ona kaçık ya da deli de denebilir.  Ama işte bu deliliğindendir ona hayranlığımız.  O, yok edilmeyecek bir inancın peşinden tüm içtenliğiyle güzelin, doğrunun ve haklının yanındadır.  Yenik düşse de, mücadeleci ruhundan vazgeçmez, kendi kavgasına devam eder. Bir başarısızlığa uğradıktan hemen sonra, hazırladığı söylevini çeker ve kendisine ait sözcükler dünyasında yoluna devam eder.

Sabitleşmiş fikirlere karşı çıkmaya kimse niyetli değildir. Herkes Don Kişot'un kafayı oynatmış bir ihtiyar olduğunu görünce, "deliyle uğraşmaya gelmez" deyip Don Kişot'un istediklerini yapmaktadırlar. Birazda can sıkıntısından olsa gerek karşılarına çıkan herkes, Don Kişot'un inanarak oynadığı bu oyunu bozmaz, aksine ellerinden gelen yardımı esirgemezler. Zaten Don Kişot'un gerçeği görmeye niyeti yoktur. Gerçekle yüzleştiği anlarda bile Don Kişot kendi hayal dünyasından açıklamalar bulmaktadır. Ya kendisi büyülenmiştir, ya diğerleri...



Vladimir Nabokov, Don Kişot kişiliğini çoğalan gölgeler dizisi olarak şöyle ele alır:  1) Başlangıçta Senor Qiıjana, kendi halinde taşralı; 2) Sonuçtaki İyi yürekli Quijano, taşralı savıyla Don Kişot karşısavının bireşimi; 3) Cervantes’in yapıta “gerçek öykü” tadı katmak için geride bir yerlere kurnazca yerleştirdiği “özgün”, “tarihsel” olduğu varsayılan Don Kişot; 4) Düş ürünü Arap tarihçi, Cid Hamete Benengeli’nin, yaratırken İspanyol şövalyesinin yiğitliğinin değerini vermediği alaycı bir biçimde sezdirilen Don Kişot; 5) İkinci Bölümün Aslan Şövalyesi Don Kişot’u; 6) Carrrasco’nun Don Kişot’u; 7) İkinci Bölümün ardında gizlenen Avellaneda’nın Don Kişot’u. Böylece tek bir yapıtta bir araya gelip bölünen, sonra yine birleşen, en azından yedi rengi vardır Don Kişot’un.**


HİDALGO

Don Quijote bir Hidalgo’dur.  Hidalgo’lar İspanyol soylu sınıflarının en alt tabakasını teşkil ederler.  Kelimenin tam anlamı (Hi de algo) “bir şeyin oğlu” manasını taşır.  Zenginleşen her insan para karşılığında bu unvanı satın alabilirdi.  (Hİ de carta) satın alınmış unvan anlamına gelir.  (Hi de sangre) oğluna veraset yolu ile geçen unvandı.  Hidalgolar vergiden muaftı, fakat tımar sahibi oldukları takdirde daha yüksek mevkideki senyörlere asker toplamak ve onları beslemekle yükümlüydüler.  Onun için armalarında bir kazan resmi bulunurdu.  (De pendon i kalderon ) “Sancak ve kazan” anlamı taşır.  17. asırdan itibaren fiyatların yükselişi Hidalgoları büyük sıkıntıya soktu.  Her şeye rağmen gururlarından ödün vermek istemediler.  Çalışmanın ve üretici olmanın asilzadelere yakışmadığını, aşağılayıcı olduğunu düşündükleri için zamanla topluma yük oldular.

Don Kişot bön mü?

Neredeyse her zaman bön davranışlar sergiler; yine de her zaman ve her durumda değil: Kurnazlık ettiği, kötü niyetini alaya aldığı da oluyor. Aslında şövalyeliğin ne olduğunu anlatmayı çok istiyor, ama öte yandan şövalyeliğin kurallarına, kazandırdığı onura çok az kişinin kulak astığını da biliyor. Dilini düzeltmeye, ona çeki düzen vermeye mi kalkıyorlar? Hemen başkaldırıyor, itiraz ediyor, uygun düşmeyen her terimin yerine, kendi düzeltici eğretilemesini koyuyor.

Zamanla Don Kişot, neşeli özgürlüğünü, aldırmaz neşesini yitiriyor. İplerini çeken ikiyüzlülerin oyuncağı haline geliyor. Metinlerin altından, acının sivri ucu çıkıyor. Ardından, dalavereler, entrikalar geliyor.

Şövalyemiz, yorgunluğuna yenik düşüyor.

Uyanık anı geliyor: Don Kişot, çılgınlığını kabul ediyor, atıldığı maceralardan pişmanlık duyuyor, köy papazının, berberin, yeğen ve dadının kaba dilini konuşuyor.

İnsan böyle yaşayacaksa, yaşamını neden sürdürmeli? Gözlerini kapatıyor, duvara dönüyor ve Sancho Panza, domuzlarına ve katırına dönmek zorunda kalmanın verdiği umutsuzlukla hıçkırıklara boğuluyor.



Sancho Panza

Don Kişot okuduğu tüm kitaplardan başka bir şey daha öğrenmiştir. Şövalyelerin hepsinin bir yaveri vardır. Yanına bir yaver alması gerektiğine karar vererek komşusu Sanço Panza'yı onunla birlikte gelmesi için ikna eder. Şövalyelikten kazanacağı krallığından ona bir ada verecektir. Sanço Panza canından çok sevdiği eşeğinden ve saflığından başka hiçbir şeyi olmayan bir köylüdür. Adayı kazanabilmek için Don Kişot'un tüm hayalperestliklerine göz yumar. Don Kişot'a hiçbir zaman gerçeği söylemez, çünkü bu durum hep ters etki yaratmakta ve efendisinden sopayı yemektedir. O yüzden Don Kişot'u yalanlarla avutur. Artık yel değirmenleri kötülük saçan dev olmuşlardır, küçük hanlar efsanevi kontların şatolarına dönüşmüştür. Sanço Panza, insanda sabitleşmiş bir fikre, karşı çıkacak kadar saf değildir.


Sancho  Don Kişot’un komşusu olan genç bir köylüdür. Obur, geveze, bilgisiz, çıkarına düşkün, fakat namuslu ve son derece sağduyuludur.  Don Kişot onu kandırmayı başarır. Birkaç hafta içinde bir imparatorluk fethedeceğine, bir serseri şövalyenin silahtarına vermesi adet olduğu üzere, kendisine de bir adanın valiliği vereceğine onu inandırır. Sancho, Don Kişot’a olan dostluğu, adasına sahip olmanın tutkusu, biraz da merak sebebiyle karısını, kızını bırakır, eşeğine biner, Don Kişot’un peşine takılır. Artık şövalyeden ayrılmayacaktır; onun bir devamı, gölgesi gibidir. Don Kişot’u, aralarındaki karşıtlıkla daha iyi belirtir. Don Kişot’a son gelmeyen gülünç soruları ile onu, rüyalarını daha iyi kavramaya ve ruhunun gizli taraflarını ifade etmeye zorlar. Konuşmalarından beklenilmeyen sonuçlar çıkararak adeta onu tamamlar; çılgınlıklarına, kendi uydurduğu ahır ve çiftlik avlusu kokan maskaralıklarını ekleyerek onu büsbütün gülünç bir hale düşürür. İşin içine kendisi de karıştığı için, maceranın gülünçlüğü daha çarpıcı olur.

Bu gülünç olaylar bir yandan ilerlerken, şövalyeliğinin cazibesine kapılan Don Kişot’la, Don Kişot’a kapılan Sancho yavaş yavaş derin düşüncelere dalarlar. Karıştıkları olaylardan bir hayat felsefesi çıkarmaya çalışmaktadırlar. Don Kişot kendi idealizm doğrultusunda düşünceden düşünceye atlar. Karşılıklı konuşmaları, güneşin kavurduğu yollar boyunca, öğleye doğru dinlendikleri ağaçlar, uyumaya çalıştıkları yıldızlar altında sürüp gider. Romanın tüm felsefesi bu karşıtlıktadır. ***

Sanço Panza ise saflık ve dürüstlük timsali olarak halkın kendini özdeşleştireceği türden bir semboldür. Gerçekçi, parasının hesabını bilen, ancak dürüst ve iyi niyetli Sanço Panza... Valilik ona göre değildir; azla yetinmesini ve hakkına razı olmasını bilir. Her olayın sonunda sopa yiyen kendisidir ancak dürüstlüğüyle kazanan yine kendisi olur. Fakat Sanço Panza'da dikkat çeken unsur onun Don Kişot'u nasıl idare ettiğidir. O hiçbir zaman gerçeği Don Kişot'a olduğu gibi aktarmaz; amacı ada'yı kazanmaktır ve bu yüzden Don Kişot'un oyununu bozmak istemez ve sürekli yalan söyler.

Don Kişot ile Sancho Panza’nın karşıtlığı

Cervantes, çağdaş romanın ilk örneği sayılan Don Kişot’u, şövalye romanlarıyla alay etmek için yazmıştı. Gerçekten de l7. yüz yılda Avrupa’da feodalizm çökmüştü. Avrupa’da kapitalizm gelişirken, İspanya, feodalizmin son kalesi konumunda çağına ters düşüyordu. İşte Cervantes, Don Kişot ve uşağı Sancho Panza’yı bu tersliği vurgulamak için yaratmıştı.  Sancho günün adamıydı: Maddi gerçekçi, gözlemci, bencil ve tüccar. Don Kişot ise tam zıt özelliklerle bezenmişti: Maneviyatcı, idealist ve cömert. Bilgelik-delilik işlevini eskiyi yeniden yaratmaya azmetmiş, kendini şövalyelik kurallarına ve adalete adamıştır. Yemeden, içmeden kesilmiş, çökmüş avurtlarıyla ve iskelet gibi atıyla Don Kişot insanlığı kurtarıcı rölünü yüklenmiştir. Don Kişot, şiirsel dille, uşak ise günün tekerlemeleri ve yerel nesir diliyle konuşuyordu. Ancak serüvenleri ilerledikçe Sancho’nun giderek Don Kişot’laşması, Don Kişot’tun da yer yer “Sancholaşması” İspanya’nın geçmişiyle o günün diyalektiğine dönüşür. Bu diyalektiğin geleceğe uzantısında Sancho’nun erişmeye çalıştığı orta sınıf ve Cervantes’in yaratmaya çalıştığı yeni yazın türü, yani roman vardır.

Don Kişot idealisttir.  Devamlı erişilmesi imkânsız hayaller peşindedir.  Mükemmel olduğunu düşündüğü şövalye masallarını yaşatmak ister.  Hayali bir gelecek uğruna hayatın maddi icaplarını unutur.   Uşağı Sancho, iyimserdir.  Pratik çözümler üretir.  Güncel meselelere değer vermekle beraber kadercidir. Servete ulaşmak için çalışmak yerine şansa güvenir.

Köylü Sancho Panza yere sağlam basar. Sevimli, şişko, cahildir ama halkın deneyimlerinden oluşan pratik dünya görüşü vardır. Don Kişot’un deliliği azınca Sancho atasözleriyle dolu köylü mantığı ile onu yeryüzüne çeker, onu katı gerçekleri anlatmak ister.

Sancho cahildir, bazen rahatı için efendisine yalan söyler ama onu sayar ve sever. Cesaretine hayrandır; onu daha akılıca kullanmasını ister, her şeye rağmen Don Kişot’u bırakmaz. Don Kişot bazen Sancho’ya kızar ama ona hep “oğlum Sancho, kardeşim Sancho” diye hitap eder. İkisi de o denli özgür olmuşlardır ki, bazen rol değiştirirler; Sancho deliliğe kayar, atmaya başlar, bu kez Don Kişot akıllıca sözlerle onu frenler, dengeyi sağlar.

Efendi ile Uşak ilişkisi

Cervantes’in edebiyat dünyasına armağan ettiği Don Kişot, zaman içinde zengin yorumlarla incelenen bir kişilik oldu. On sekizinci yüzyılda aklın ve gerçekçiliğin övgüsü olarak baş tacı edilir, on dokuzuncu yüzyıl romantikleri bu yorumu tam anlamıyla ters yüz edip, Don Kişot’un kişiliğinde yenilmez idealizmi buldular. Yirmi yüzyıl varoluşçuları için o, tekdüze yaşamın benlik arayışından ödün vermeyen vakur kahramanıydı. Daha felsefi okumalarda Sancho’yla birlikte, idealizmle materyalizmin diyalektiğini simgeliyordu; politik eğilimliler ise bu anlatıda ütopyen sosyalizmin ilk örneklerinden birini gördüklerini düşündüler. Ve bütün yüzyıllar içinde, sanatı sanatla, sanatın yaşamla, ve sanatın insanla ilişkisini irdeleyen en baştan çıkarıcı anlatı olarak kabul edildi. Feodal düzenden merkantilist düzen geçişin örnek kitabı olarak sosyolojik ve tarihsel okumalara konu oldu; Don Kişot’un deliliği psikolojik tahlil ve teşhislere tabi tutuldu.*


Edebiyatta İlk Roman

Cervantes bu yapıtında sürekli olarak yeni yazın türü arayışındadır. Şövalye romanlarının alaylı bir parodisi olan Don Kişot, sık sık bu çerçeveden ayrılarak gününde geçerli bütün diğer türleri yani epik parodisini, pastoral romansı, Latince yerine ulusal dilde yazılmış öyküyü, doğu öykülerini, Petrarca sonelerini ve zamanın önemli konularından örnek hükümdar tartışmasını vurgular. Kitabın sonuna gelindiğinde tüm yazın türleri denenmiştir. Bütün metinler kendilerinden önce üretilmiş metinlerle konuşarak dokunmuştur. Bu arayış sonunda tam anlamıyla ilk roman ortay çıkmış olmasa da, romana giden yol açılmıştır. Üslubun tabii, zengin ve özgün oluşu bu eseri İspanyol edebiyatının en mükemmel yapıtı yapar. Bugün buna “metinlerarasılık” diyoruz. Kısaca “metinlerarasılık” denince, bir yazarın kendinden öncekilere şapka çıkarmasını, sonra da kaldığı yerden yoluna devama etmesini anlıyoruz.


Don Kişot, içimizdeki insanca olanın somutlaştırılmış bir simgesidir. Ne yazık ki, dünyada yaşayan insanların gerektiği kadar gelişmemiş olmasından dolayı onun güzeli, doğruyu ve iyiyi gerçekleştirmesi, bu günkü toplumlar içinde yalnızca gülünç olmaktan öteye gidemez.

Yazıldığından bu yana beş yüz yıla yakın bir zaman geçtiği halde, bu eserin felsefesi öyle insancıl, öyle erişilir ki, bütün dünyayı fetheder Cervantes, çağdaş romanın ilk örneği sayılan Don Kişot’u, şövalye romanlarıyla alay etmek için yazmıştı. Gerçekten de l7. yüz yılda Avrupa’da feodalizm çökmüştü. Avrupa’da kapitalizm gelişirken, İspanya, feodalizmin son kalesi konumunda çağına ters düşüyordu. İşte Cervantes, Don Kişot ve uşağı Sancho Panza’yı bu tersliği vurgulamak için yaratmıştı.  Sancho günün adamıydı: Maddi gerçekçi, gözlemci, bencil ve tüccar. Don Kişot ise tam zıt özelliklerle bezenmişti: Maneviyatcı, idealist ve cömert. Bilgelik-delilik işlevini eskiyi yeniden yaratmaya azmetmiş, kendini şövalyelik kurallarına ve adalete adamıştır. Yemeden, içmeden kesilmiş, çökmüş avurtlarıyla ve iskelet gibi atıyla Don Kişot insanlığı kurtarıcı rolünü yüklenmiştir. Don Kişot, şiirsel dille, uşak ise günün tekerlemeleri ve yerel nesir diliyle konuşuyordu. Ancak serüvenleri ilerledikçe Sancho’nun giderek Don Kişot’laşması, Don Kişot’tun da yer yer “Sancholaşması” İspanya’nın geçmişiyle o günün diyalektiğine dönüşür. Bu diyalektiğin geleceğe uzantısında Sancho’nun erişmeye çalıştığı orta sınıf ve Cervantes’in yaratmaya çalıştığı yeni yazın türü, yani roman vardır.

İster gerçek olsun, ister düş ürünü, gerçekliğe karşı düşmek pahasına kimse Don Kişot’un roman kahramanlığını elinden alamaz. Don Kişot olmasaydı, Cervantes’in hayatı daralırdı, küçülürdü. Tıpkı bizim gibi.

Don Kişot’u yaşatan, onu yaptığı şeylere özendiren, düşleridir. Bu düşler boş çıktığında, ortalık ikiyüzlülere kaldığında, yıkılıp gitmemek için şövalyelik onuruna sarılmaktan başka çaresi yoktur. Bize de, o acınası Don Kişot’un ardından o acınası, öylense acınası gülümseler kalır.


                                                                                                           Raşel Rakella Asal
                                                                                                                   29 Mart 2011

Kaynakça

*        Don Kişot, Miguel de Cervantes Saavedra, YKY, 1999
**      Edebiyat Dersleri, Vladimir Nabokov, Ada Yayınları, 1990

***    Dünya Edebiyatının Ölmeyen Üç Tipi, J. Calvet, Remzi Kitabevi, 1965

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder