Her yazar, okura bir dünya sunar. Okur, çeşitli amaçlarla bu dünyaya konuk olur. Kimi okur okumaktan haz alma duygusuyla, kimi meraktan, kimi yazara duyduğu hayranlıktan ve daha başka sebeplerle yazarlar okurlarıyla buluşurlar. Poe’yu hepimiz onun lise yıllarımızın edebiyat kitabımızdaki Annabel Lee şiiriyle tanırız. Ama Poe daha çok polisiye- kara roman türüne verdiği öyküleriyle edebiyat dünyasında kendinden söz ettirmiş bir yazardır. Hele onun Morgue Sokağı Cinayeti'nin girişindeki analitik çözümleme üzerine yazdığı metni defalarca okumaktan kendimizi alamayız. İzlediğimiz korku filmlerinin jeneriklerinde onun adının yer alması sinema dünyasını da kendi etki alanına çekmiş olmasının iyi bir kanıtıdır.
Poe,
çağdaş polisiyenin, `ucuz roman`ın, keşif hikayelerinin, bilimkurgunun, Gotik
korku anlatılarının ve kasvetli metropol öykülerinin olduğu kadar (ilk kitabı Timurlenk ve Öteki Şiirler`le) Doğu`nun cazibesinden
beslenen yapıtların da habercisiydi. İlk deneyen şüphesiz o değildi ama bütün
bu türlerin edebiyattaki konumunu kökten değiştirmesiyle edebiyata damgasını
vurdu.
sher Konağı'nın Çöküşü, Kızıl Ölümün
Maskesi gibi ölümün mutlaklığını çarpıcı
bir biçimde dile getirdiği gotik, korku öyküleri bu dalda yazarlara iyi bir
kılavuzdur. Bir de onun yalnızca polisiyede değil, bilim kurgu türünde de bir
öncü olduğunu fark edince gözümüzde daha da büyür. Gerçekten de Hans Pfaall'ın Benzersiz Öyküsü' nde
Jules Verne'den yıllar önce aya yolculuğu anlatmıştır. Hem de sayfalar dolusu
bilimsel açıklamalar yaparak. Üstelik bu öyküyü yazdığında yirmi üç yaşındadır.
Bu öyküyü yazarken sergilediği hava ulaşımı ve gökbilim konularındaki
bilgilerinin derinliği şaşırtıcıdır.
Edgar Allan
Poe'nun öykü yazarlığının yanı sıra edebiyat eleştirmenliği de çok önemlidir.
Antik çağların üç birlik kuralı temelinde modern edebiyat kuramı oluşturması,
onun daha sonra Fransız simgeci şairleri tarafından öncü sayılmasına neden
oldu. Geliştirdiği edebiyat kuramını kendi öykülerinde geliştirerek
kullanıyordu. Ona göre öykü, bütünlüğü olan bir olay işlemeli, olaylar aynı yer
ve aynı zaman dilimi içinde gelişmeliydi. Öykü sadece belli olayları anlatmanın
ötesinde, okurda atmosfer duygusu yaratmalı, kaba olmayan benzetmelerle
süslenmeliydi.
Poe sıra dışı olandan hoşlanır. Onun öykülerinde korku ve
gerilim ögesinin önemli bir yeri vardır. Korku öykülerini yazarken doğaüstü
motiflerle dolu zengin bir repertuarı okuyucuya sunmaktan kendini alamaz. Okuyucunun
merakını gidermekte acele etmemek, hatta bu duygunun uzamasını sağlamak
gereklidir. Yazarın düşsel, gotik dünyalarda geçen öykülerinde, bazen bir
hayalet bazen bir dedektif öyküsünün tadını duyumsarız. Öte yandan hiçbirinde
eksik olmayan bir unsur vardır: gerçeklik izlenimi veren ince ayrıntılar.
Poe’nun öykülerinde gerçek ve düş birbirine karışmış gibidir. Poe’nun
anlatılarında duyulan bu özellik, toplumsal kökenlere dayanır. Yazarın
öykülerinde gerçekçi bir hava sezinleriz, öte yandan okuduklarımız düş
gücümüzün sınırlarını zorlayan olaylardır. Gerçek ve kurmaca ikiliğinden oluşan
bu ilginç uyum, Poe’nun öykülerini daha geniş kitlelerin ilgi odağı haline
getirmiştir.
Peki öyleyse, amacımız Poe’yu gotik öyküler yazarı olarak
incelemekse o zaman gotik yazın nedir sorusunu sormamız gerekecek.
Gotik yazının ilk örneklerine on sekizinci yüzyılın
ikinci yarısında popüler bir tür olarak rastlıyoruz. Fransız Devrimi gibi
toplumsal değişikliklerin ve köklü sosyal hareketlerin yaşandığı bir dönemdir. Yazında
korkunç hayaletler, gizemli şatolar, doğaüstü ve şeytani güçler, tutku ve
şehvetin aşırılılıkları ile dolu bir anlatının ortaya çıkması yadırganabilir
ama bu dönemi Aydınlanma’yı reddedip Orta Çağın karanlık ve batıl inanışlarına
dönüş olarak görebilirsek o devirde çıkan gotik yazına baktığımızda değişime
direnme ve muhafazakârlık olarak da yorumlayabiliriz.
Gotik
romanların ilk örneklerini romansın yanı sıra korku ve dehşet öğeleri de
barındıran eserler oluşturur çoğunlukla. Korku ögeleri denince de Orta Çağın
ezici dinî baskısının körüklediği şeytani güçler, öte dünyadan gelip bu dünyada
yaşayanları etkileri altına alan hayaletler, ruhlar, cadılar ve büyücüler bir
çırpıda sayılabilir. Kötü güçlerin etkisi altına giren insanlar toplum
düzeninin izin vermediği her tür çılgınlığı ve aşırılığı yaparlar: Kendi
kardeşleriyle yatarlar, ölümcül günahların hepsini işlerler. Sonuçta kötüler
cezalarını buluyor; bazen dünyevi, bazen uhrevi bir güç tarafından hadleri
bildirilir.
Ana vatanı İngiltere olan gotik yazın, yeni kıtada da birtakım meraklının
ilgi odağı olmakta gecikmez. Akla gelen ilk isim ise Edgar Allan Poe’dur. Bu
bir rastlantı olmasa gerek; Poe, klasik gotik’in sıkı izleyicilerindendi
kuşkusuz. Yarattığı grotesk, gizemli, korku ve dehşet yüklü polisiye-gerilim
öyküleri; gerek konularını gerekse atmosferdeki etkilenimlerini İngiliz gotik
yapıtlardan almışlardı. Özellikle esrarlı ve garip bir anlatımın hâkim olduğu, ölümün çeşitli biçimlerde anlatıldığı bu öyküler, işte bu
kaynaktan yola çıkarak ve bazen onları aşan özellikler de taşıyarak yeni kıtada
Amerikan klasik
gotiğini
yaratmıştır.*****
Bu aydınlatıcı bilgi ışığında, bakın ünlü İngiliz
eleştirmen H. E. Bates, Poe’nun başarısının ardında yatan toplumsal nedenleri
nasıl açıklıyor: “… 19. yüzyıl Poe için uygun bir zamandı. Bilimsel buluşlar,
spiritüalizme duyulan inanılmaz ilgi, eğitimin dokunuşuyla yıkılan eski batıl
inançlar, melodramaya ve doğaüstü olaylara susamış bir toplum, kitap
okuyanların sayısında hızlı bir artış ve bu insanların, loş ışık altında
hayalet öyküleri okuma sevgisi, bilinmeyenin çekiciliğini içine alan toplumsal
tutku… Sözünü ettiğimiz çağ, Poe virüsünün yayılması için çok uygundu.”
Her şeyi eksiksiz anlatmak, tam bilgi vermek ister Poe. Ayrıntıya düşkünlüğü ve gözlem gücü, öykülerinin karakteristik özelliğinin başında gelir. Poe'nun en önemli özelliklerinden biri de öykülerindeki konu çeşitliliğidir. Morg Sokağı Cinayeti'nde inanılmaz gibi görünen bir cinayetler toplamını mantıksal çözümlemeye yaslanarak kurgulayan Poe, en küçük bir büyüye, mistik olana şans tanımazken Morella adlı öyküsünde kahramanının ölen karısının ruhunun doğan kızında yaşadığını anlatmaktan geri kalmaz. Wilson Wilson ve Kara Kedi öyküleri insanın içindeki kötülüğü, şiddeti, öldürme duygusunu anlatır. Poe'nun öyküleri Freudcu araştırmacıların ilgisini çekmiştir. Patolojik ögeler, vicdan ya da nekrofil (ölülere karşı şehvet duyma) işlediği konulardan bazılarıdır; insandaki günah duygusunun bir sorumluluk gibi vicdana yüklenmesi öykülerinde belirleyici rol oynar. Amantillado Fıçısı gibi öykülerinde varolusçu felsefenin izleri gizlidir. Albert Camus'nün romanlarında rastladığımız amaçsız tutkular, bilinç dışı suçluluk duygusunu anlatır. Kötülüğün, insanlığın ilk ve temel içgüdülerinden biri olduğuna, insan karakterine yön veren belli başlı duyguların birini oluşturduğuna inanır. Kısaca Poe, insanoğlunun içindeki kötülüğü bize anlatmak ister.
Onun öykülerini, özellikle de Kzgun adlı şiirini okuyunca, bu alkolik şairin, bu sık sık delirium tremens krizleri geçiren adamın hayatı da ilginizi çekmeye başlar.
Bu yüzden yaşamını çıldırasıya merak edersiniz. Ne yazık ki yaşam öyküsünü öğrenince talihin ona pek gülmediğini anlarsınız. İşte Poe’nun hazin yaşam öyküsü:
Her şeyi eksiksiz anlatmak, tam bilgi vermek ister Poe. Ayrıntıya düşkünlüğü ve gözlem gücü, öykülerinin karakteristik özelliğinin başında gelir. Poe'nun en önemli özelliklerinden biri de öykülerindeki konu çeşitliliğidir. Morg Sokağı Cinayeti'nde inanılmaz gibi görünen bir cinayetler toplamını mantıksal çözümlemeye yaslanarak kurgulayan Poe, en küçük bir büyüye, mistik olana şans tanımazken Morella adlı öyküsünde kahramanının ölen karısının ruhunun doğan kızında yaşadığını anlatmaktan geri kalmaz. Wilson Wilson ve Kara Kedi öyküleri insanın içindeki kötülüğü, şiddeti, öldürme duygusunu anlatır. Poe'nun öyküleri Freudcu araştırmacıların ilgisini çekmiştir. Patolojik ögeler, vicdan ya da nekrofil (ölülere karşı şehvet duyma) işlediği konulardan bazılarıdır; insandaki günah duygusunun bir sorumluluk gibi vicdana yüklenmesi öykülerinde belirleyici rol oynar. Amantillado Fıçısı gibi öykülerinde varolusçu felsefenin izleri gizlidir. Albert Camus'nün romanlarında rastladığımız amaçsız tutkular, bilinç dışı suçluluk duygusunu anlatır. Kötülüğün, insanlığın ilk ve temel içgüdülerinden biri olduğuna, insan karakterine yön veren belli başlı duyguların birini oluşturduğuna inanır. Kısaca Poe, insanoğlunun içindeki kötülüğü bize anlatmak ister.
Onun öykülerini, özellikle de Kzgun adlı şiirini okuyunca, bu alkolik şairin, bu sık sık delirium tremens krizleri geçiren adamın hayatı da ilginizi çekmeye başlar.
Bu yüzden yaşamını çıldırasıya merak edersiniz. Ne yazık ki yaşam öyküsünü öğrenince talihin ona pek gülmediğini anlarsınız. İşte Poe’nun hazin yaşam öyküsü:
Edgar
Allan Poe 1809'da Amerika'da Boston / Massachusetts'de yoksul bir ailenin
çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası David aslında zengin bir aileden geliyordu.
Poe'nun dedesi bağımsızlık savaşına katılmış bir generaldi. Ama Poe'nun babası
David, güzelliğiyle ünlü İngiliz aktristi Elizabeth Arnold'a âşık olup evden
ayrılır. Elizabeth'le evlenir, karısı gibi oyunculuk yapmaya başlar. İkisi de
tiyatrocu olan anne ve babasının ona Edgar adını aynı yıl sahneledikleri Kral
Lear`den esinle koydukları söylenir. Ama Poe`nun, hayatı boyunca Shakespeare`e
karşı hayranlık (en azından, örneğin Tennyson`a duyduğu kadar) duyduğuna dair
bir kayıt yok. Bir yaşındayken babasını, bir yıl sonra da annesini kaybeder.
Allan orta ismini kendisini evlatlık edinen tüccar John Allan`dan alır.
İlk
gençliğinden itibaren babalığıyla aralarında başlayan çatışma yıllarca sürecek,
Poe`nun `baba figürü`yle/otoriteyle olan sorunlu ilişkisini bilinçaltına
itmesine yol açacaktır. Yalnız geçen çocukluk, mutsuz değilse de yalnız,
arkadaşsız bir çocukluk geçirir. Sonraki hayatında pek anmadığı yalnız
çocukluğuna öykülerinde ve şiirlerinde örtük göndermeler yapar. (Örneğin kız
kardeşini evlatlık edinen Usher ailesine, unutulmaz öyküsü Usher Evi`nin Çöküşü’yle selam vermişti). Birkaç yılı İngiltere`de,
orman yürüyüşleri, spor ve şiirler arasında geçen çocukluktan geriye çok iyi
bir eğitim kalır. Dillere karşı çok yeteneklidir. Poe, Latince’nin yanı sıra
Almanca ve Fransızca öğrenmiş, İspanyolca ve İtalyanca dillerinde yol almıştır.
Bir aylak ve bohem için fazla iyi eğitimlidir. Buna karşın, yetenekleriyle
hemen göze çarptığı üniversite hayatı kumar, alkol ve babalığıyla para
konusundaki çatışması yüzünden yarım kalır. Ardından ömrünün en düzenli
yıllarını geçireceği orduya, beş yıllığına yazılır. On sekiz yaşındadır. Artık,
Birinci Topçu Birliği’nin bir askeridir. Bir ara birliği, aşağı topraklarda,
yani Güney Caroline’da, Charleston açıklarındaki Sullivan Adası’nda konaklar. Orada bir doğabilimciyle tanışır. (Altın Böcek adlı öyküsündeki Fransız
kahramanı bu doğabilimcidir. Definenin bulunmasında kullanılan harita ve ilginç
şifreye gelince, bu bilgilerin askerlik deneyimiyle hesaplandığını söylemek
yanlış olmaz.) Doğaya ve doğa bilimlerine yakınlığı ve ilgisi yanında o konuda
sahip olduğu bilgi birikimine hayran kalmamak elde mi? Ama askerlik onun yapısına uygun
değildir. Yüklü bir tazminat ödeyerek ordudan
da ayrılır. Babalığı John Allan, tazminatı asla ödemez ve ölüm döşeğinde bile
Poe`ya karşı yumuşamaz. Allan’ın ölümüyle Poe ikinci kez yetim kalır. Edebî
yeteneğini hor gören babalığından intikamını daha sonra, The Bussiness Man, adlı öyküsüyle alacaktır.
Poe
için artık kendi parasını kazanmak için ömrünün sonuna kadar sürdüreceği
eleştirmenlik/yayıncılık dönemi başlar. Jeffrey Meyers’ın Edgar Allan Poe - His Life & Legacy adlı kapsamlı
biyografisinde aktardığına göre şair (zihinlerdeki `aylak` imajının aksine) çok
çalışkan bir editör, sıkı bir okurdur. Yazdığı kitap eleştirilerinde sözünü
sakınmaz, bu `dürüst` eleştiriler ona çok sayıda düşman kazandırır. Henüz
metinlerarasılık edebiyatta bilinmezken öykülerini ve şiirlerini başka
kitaplara göndermelerle, onlardan alıntılarla donatmaya bayılır. O yıllarda bir
yandan da geçmiş mutlu günleri hatırlamanın kederini tanımaya başlar ve unutuşu
içkide bulur. Teyzesi ve yedi yaşındaki kuzeni Virginia’yla birlikte yaşamaya
başlar. Poe`nun yapıtlarındaki ‘saf güzellik’, ‘ölü güzel kadın’ gibi baskın
izleklerde belirleyici olan Virginia on üç yaşına geldiğinde evlenirler.
Kısa
yayıncılık hayatında Doğu yakasının büyük şehirleri (Richmond-New
York-Philadelphia-Baltimore) arasında mekik dokur. Editörlük kariyeri boyunca
ayırdına varmadan da olsa çağdaş okuyucunun beklentileri konusunda çok şey
öğrenmiştir. Yazmak dışında hiçbir uğraştan para kazanmayı başaramaz. Amerikan
edebiyatının, geçimini yalnızca kalemiyle sağlayan ilk yazarı olur. Çalıştığı
dergilerde yorulmadan öykü ve şiirler yayımlar. Özellikle Usher Evi`nin Çöküşü, adlı öyküsü, ilk öykü kitabı Grotesk ve
Arabesk Öyküler`in yolunu açar. Poe, yayımlanan şiirleriyle kazanamadığı saygınlığı
öyküleriyle elde eder. Kitap çıkınca Coleridge ile kıyaslanır, Boston Nation
dergisi, onun geleceğin okurlarına seslendiğini duyurur. Kitap çok satmasa da
tek romanı A. G. Pym`in yaşattığı hayal kırıklığından sonra Poe`ya ihtiyacı
olan saygınlığı kazandırır.
Bu
sayede Dickens ve Hawthorne’la tanışır. (Ne ki Dickens, ona verdiği
İngiltere`de yayıncı bulma sözünü tutamaz.) Arkadaşı James Russell Lowel’a
şöyle demişti Poe: “Hayatta iki şeyi çok istedim: Uluslararası Telif Yasası`nın
çıkması ve aylık bir dergiye sahip olmak.” Söz konusu telif yasası, ancak
Poe`nun ölümünden kırk bir yıl sonra çıkar. (Poe, hayatı boyunca toplam sadece
6200 dolar kazanabilmişti.) Aylık dergi hayaliyse asla gerçekleşmez. Adını
Stylus koymayı düşündüğü dergisi için ölümüne kadar topladığı malzemeler hiçbir
zaman yayımlanmaz. 1847de karısı Virginia yirmi beş yaşındayken ölür. Karısının
ölümüyle çok sarsılır. Aslında, bu tragedya, koyu ve karanlık bir gölge halinde
onun yapıtına çöreklenir. Ölüm,
uğursuzluk, korku izleklerinin onun öykülerinde sık sık görülmesi, belki bu
nedene bağlanabilir.* Bu ölümün ardından Poe`nun yayımladığı son şiir `Annabel
Lee’ olur. Şairin hayatına giren başka kadınlar Annabel Lee`nin kendileri
olduğunu öne sürseler de şiirde anlatılan, Virginia’dır. ‘Ölü güzel kadın
imgesi’ ilk kez Poe`nun bir şiirinde ölümü aşıyordu. Kalan iki yılını dergisi
için para arayarak geçirir. Baltimore`da bir gece sokak ortasında genç bir
yayıncı tarafından bulunduğunda beş parasızdır. Halüsinasyonlar görüyor,
anlaşılmaz dualar mırıldanıyor ve Virginia’yı hayatta sanıyordu. Bulunduktan
beş gün sonra 7 Ekim 1849’da ölür.
Poe`nun mirası
Edgar Allan Poe, yazdıklarının
edebiyat tarihinde meydana getirdiği kırılmayı göremedi ama az çok seziyordu.
Örneğin, ünlü şiiri Kuzgun’a bugüne
kadar yazılmış en iyi şiir diyecek kadar güveniyordu yeteneğine. Bugünün
popüler edebiyat türlerine açtığı yolun yanı sıra, edebiyata etkinin birliği
ilkesini miras bıraktı: Buna göre:
- Bir
öykünün başlangıç ve son bölümlerinin birbirine mutlak biçimde bağlı
olduğunu ve öykünün içinde her bir ögenin anlamlı bir biçimde var
olduğunu, rastlantıya yer olmadığını belirtir.
- Öykünün
okunmasındaki optimal süredir. Öykü
bir oturuşta okunup bitirilmelidir.
- Her
öykü açıkça dile getirilmemiş bir gizli anlam taşımalıdır.
Öyküde bütünsellik etkisinin elde edilmesi
için önceden sağlamlıkla örülmüş bir plan oluşturmak
gerekir. Öykünün birinci cümlesinden başlayarak son cümlesine kadar utarlı bir biçimde birbirine eklemlenecek tüm
anlatı öğeleri öylesine, rastlantısal biçimde
yapıya katılamaz.
- Eğer
ilk tümce son izlenimi uyandıracak biçimde yazılmamışsa daha baştan yapıt
başarısız demektir.
Şimdi,
bu bilgiler çerçevesinde ilk ve tek romanı olan Nantucketlı Arthur Gordon Pym’in öyküsü’nü yakın merceğe alalım.
Olay
örgüsünün yoğun olduğu, mitolojinin, sembolizmin, yer aldığı bu kurgusal hikâyede
Poe, kötü kaderli Pym’in bir deniz macerasını anlatır. Poe alay ve
belirsizlikle, müphem ve başka yan anlamlar da taşıyan ögelerle donattığı bu
kurgusal hikâyeyi “ben” anlatım tekniği ile gerçekmiş gibi okura sunar. Poe bu
eserini en yoğun verimlilik çağında ele almıştı. Ama ne yazık ki onun için
maddi ve kişisel sıkıntılar dönemiydi aynı zamanda. Yayınevinin yoğun yazı
işleri ile ilgili olsa da, öykülerini yayınlatma kaygıları taşısa da bu yoğun
çalışma döneminde bu eseri yazmaktan kendini alamaz. O sıralar Virginia
eyaletinde Southern Literary Messenger adlı bir yayın evinin editörlerinden
biridir. Bu dönemde yaşamı da yoğundur. Kuzeni ve nişanlısı Virginia Clemm’i ve
teyzesini Baltimore’den Richmond’a yerleştirme telaşındadır. Maddi sıkıntısı yokmuş gibi bir de onların
geçimini sağlamayı üstlenmiştir. Yayınevinde çalıştığı bir yıl zarfında Poe yüz
dergiden fazla yayın çıkarır. Bu dergilerin yanı sıra Autography başlığı altında yetmiş altı makale ele alır. Editörlük,
redaktörlük, yayınevindeki üstlendiği yazışmalar ve bu gibi gündelik işler epey
zamanını alır. Aralık 1835’te yayınevinin baş editörlerinden biri konumuna
gelir.
Pym’in
öyküsü ilk Ocak ve Şubat 1936’daki dergilerde yayımlanır. Ekim ve Kasım
sayıları geç yayımlanır. Aralık sayısı hiçbir zaman basılamaz. Basılamayınca
Poe, Ocak 1837’de yayın evinden ihtar alması ile editörlükten ayrılmaya,
serbest yazar olarak yazın hayatını sürdürmeye karar verir. Nişanlısı ve
teyzesi de New York’a yerleşirler. 1837 ve 1838 arasında yaşamı hakkında çok az
bilgiye sahibiz. Fakat o sene enflasyondan dolayı dergilerin basılamaz oluşu
Poe’ya ekonomik bir yıkım getirir. Geniş bir okur kitlesine sahip olması için
yayıncılar, onu, küçük küçük öyküler yazmaktansa roman yazmaya ikna ederler.
Böylece Pym şekillenir. Ancak okur karşısına çıkışı 1838 Temmuz’unda olur. Bu
zaman zarfında Pym’i tekrar ele alır. Bölümler arasına gerilim koyar. Birkaç dergide
hakkında yazılar çıkar. Çok kısa bir süre için rağbet gören bir eser olsa da
yavaş yavaş okurun ilgisi kaybolur.
Romanın
konusu şöyle gelişir: Pym macera
düşkünüdür. Massachusetts’te yaşar. Bir deniz kaptanı olan Bay Barnard’ın oğlu
Augustus ile yakın arkadaştır. Augustus’tan babası ile birlikte balina avına
çıktığını ve güney Pasifik Okyanusu’ndaki maceralarını duydukça ister istemez arkadaşının
anlattıklarından etkilenir. O da denize açılmak için büyük bir arzu duymaya
başlar. Maceracı ruhlu Pym arkadaşı Augustus’u da ikna ederek onunla beraber
Ariel adlı 75 dolarlık yelkenlisi ile denize açılır. Rüzgâr sert eser. Yelkenliye
bir balina gemisi çarpar. Kurtarılırlar. Fakat maceraya atılma fikri hiçbir
zaman aklından çıkmaz, ta ki bir gün yaşadıkları faciadan on sekiz ay sonra bir
deniz şirketinin balina avı için hazırlanmaya başladığını, geminin idaresinin
Bay Barnard’a verildiğini ve Augustus’un da onlarla beraber gideceğini öğrenene
kadar. Gemi yolculuğa hazırlanırken Augustus, Poe’nun seyahat hayallerini bildiğinden
onu böyle bir yolculuğu gerçekleştirmek için ikna etmeye çalışır. Bu onun için mükemmel bir fırsattır.
Augustus’un söyledikleri gerçekten ilgisini çeker. İki arkadaş bir plan
yaparlar. Planlarına göre gemi yola çıkmadan iki gün önce Pym’in babası, Bay
Ross adındaki bir akrabalarından bir mektup alacaktır. Bu mektupta Pym’in
babasından Pym’in oğulları ile iki hafta geçirmesini isteyecektir. Augustus bu
mektubu yazıp babasına ulaştıracaktır. Güya New Bedford’a doğru yola çıkmak
için ayrılacak ama arkadaşıyla buluşacaktır. Augustus ona gemide saklanacak bir
yer de ayarlamıştır. Saklanacağı yerde dışarı çıkmak zorunda kalmadan günlerce
yaşayabilmek için gerekli her şeyi sağlayacaktır.
Sonunda
haziran ortası gelir çatar. Her şey ayarlandığı gibi yürür. Mektup yazılıp
gönderilmiştir. Güya New Bedford’a yola çıkmak üzere evden ayrılan Pym, sokak
köşesinde onu bekleyen Augustus ile buluşup teknenin yolunu tutar. Planlarına
göre Pym’i Augustus bir kabinde dört gün boyunca saklı tutar. Odada dört günlük
yetecek yiyecek- içecek bulunur. Dört gün geçer. Augustus gelmez, açlık,
susuzluk ve havasızlıkla boğuşmaktadır. Pym geminin sallanmasından okyanusa
oldukça açılmış olduklarını anlar. Bu arada gemideki denizcilerin isyan
ettiklerini, kaptanı da küçük bir sala bıraktıklarını öğrenir.
İsyancıların
niyeti korsanlık yapmaktır. Verd Burnu adalarından Porto Riko’ya gitmek isteyen
bir geminin önünü kesmek isterler. Bu telaş içinde kimse Augustus’la
ilgilenmez. Augustus’un bağları çözülmüştür. Denizcilerden biri Dirk Peters,
Pym ve Augustus’a saklanmaları için yardım eder, onlara yemek tedarik eder. Tüm
tayfa öldürülmüştür. Yalnız isyancılardan Parker hayattadır. Çıkan sert rüzgâr
yelkeni parçalar. Bu fırtınadan sağ çıksalar da açlık hayati bir engel olarak
karşılarına çıkar. Umutsuzlukla, ölüm kalım savaşının pençesine düşerler.
Parker’ı öldürmeye ve onun etini yemeye karar verirler. Bu arada rüzgâr dinmek
yerine gittikçe şiddetlenerek kasırgaya dönüşür. Kurtulma şansları yok gibidir.
Augustus ağır bir yara alır ve kan kaybından ölür. Cesedi denize atarlar.
Balinalar cesedi vakit kaybetmeden parçalarlar. Peters ve Pym ise gemi
diplerine yapışan bir çeşit midyeyi yiyerek hayatta kalmayı başarırlar. Bir
mucize eseri Jane Guy adındaki Liverpool’dan kalkan bir ticaret gemisi onları
kurtarır.
Bu
ticaret gemisi Antartika’ya gitmektedir. Kötü hava şartları onları Tsalal
adasına yönlendirir. Bu adada garip ve katil ruhlu yerli halkla karşılaşırlar.
Korkunç bir vahşete tanık olurlar. Adada gördükleri her şey siyah renktedir.
Yerli halkın beyaz renge tahammülü yoktur; beyaz görünce öfke nöbetlerine
tutulurlar. Beyaz adamları adalarından yollamak için toprak kayması yaratırlar.
Gelen yabancıları adadan dışarıya, gemiye doğru yönlendirirler. Peters ve Pym
tutsak alınırlar. Şans eseri küçük bir sandal bulup adadan kaçmayı başarırlar.
Güneye doğru yol alırlar. Sıcak bir suya girerler. Gittikçe uyuşukluk
içindedirler ve üzerlerine külümsü bir madde yağar. Bir sis perdesinin
içindedirler. Karşılarına bir yarık açılır. Yollarına kefenli bir insan çıkar.
Normal bir insandan çok daha uzun boyludur. Teni de kar beyazıdır.
Burada anlatı biter. Poe bundan
sonra anlatıya not ekler. Bu notta Pym’in öldüğünü ve son bölümlerin eksik
olduğunu yazarın ağzından dinleriz. Anlatılan hikâyenin Pym tarafından bize
aktarıldığını, geri kalan kısmını ise yazar Poe’nun tamamladığını okuruz.
Böylece bu roman üst kurmaca tekniğinin uygulandığı eserler arasında yerini
almış olur.
Eleştirmenler
Pym’in öyküsünde muhtelif temalar olduğunu ileri sürmüşlerdir. Psikoloji,
mitoloji, tarih, tabiat bilgisi, din bilgisi, arkeoloji, astronomi ve
denizcilik gibi. Çoğu eleştirmen ölüm ve yeniden doğuş teması üzerinde durur
(Her olayda ölümle burun buruna gelen ve tekrar yaşama dönen Pym.) Hayatta
kalma romanda bir rastlantıya dayandırılmıştır. Kahramanlar olaylar karşısında
engel göstermezler. Sadece olayları geldikleri gibi yaşarlar. Aldanma, hayal
kırıklığı başka bir temadır (Pym’in saklanması ve Augustus’un ona yardıma
gelememesi, kitabın sonunda çıkan beyaz kefenli insan gibi.). Tsalal adasına
girince orada Babylon’a benzer tarihî kalıntılarla karşılaşır. Adadaki yerliler
İncil’de bahsi geçen kabileleri çağrıştırır. Bazı eleştirmenler Pym’nin
yolculuğunu embriyonun ana rahminden yeryüzüne çıkışını simgelediğini söyler.
Kimi eleştirmen ırk sorununa değinildiğini, siyah ve beyaz sembolizmi
yansıttığı görüşündedir. Günümüzde çoğu eleştirmen anlatının kurgulama boyutuna
değinir. Poe’nun inceden inceye, özenle planlanmış bir çeşit bilmeceli oyun
olarak kurgulandığına dikkat çeker.
Son
yüzyılda Poe’nun bu romanı eleştirmenlerce değişik evrelerden geçti. Poe Pym
için çok saçma bir kitap olarak söz eder. İlk yayımladığı 19. yüzyılın
ortalarında ihmal edilen, dikkate değer bulunmayan, edebî bir muziplik olarak nitelendirilen
bu eser, 20. yüzyılın ortasında Poe’nun en çok üzerinde tartışıldığı eseri
olarak karşımıza çıkıyor.
Bazı
eleştirmenler dili kullanmaya ve gotik edebiyata iyi bir örnek olarak bu romanı
gösterir. Günümüz eleştirmenlerini en çok ilgilendiren, Pym’in bu yolculuğunu
anlatış şeklidir. Anlatıyı keserek, delerek söze girişmesi, anlatıyı başka yöne
çekme becerisini öne çıkarırlar. Bu doğru bir tespittir. Anlatıyı okudukça
sanki anlatı yiter, gerçekle algı arasındaki kat kalınlaşır, serüvenin peşine
düşerken anlatının özünden uzaklaşırsınız. Sonsuz sayıda olay örgüsü anlatı
zemininde döne döne yayılır. Fal taşı gibi açılmış gözlerle serüvenden serüvene
sürüklenirsiniz. Bir örümcek ağı gibi sonsuz sayıda olay sergilenmiştir ve siz
okur olarak bir bütüne varmayı hedeflersiniz. Bazen coğrafi, bazen arkeolojik
bir bilgi devreye girer. O karmakarışık ağı bir türlü yakalayamayacakmışsınız
gibi gelir. Anlatı hiç durmamacasına akıp gider. Anlatıda sanki hiçbir düzen
yoktur, sadece yaşanan olayın heyecanı vardır. Sonsuz bir anlatı boşluğunun
etrafında dolanıp duran uçsuz bucaksız bir baş dönmesi, sonsuz bir girdabın
çevresindeki devinimi duyumsarsınız. Anlatılar, birbirlerine karıştıkları nehri
unutan, hiç durmadan değişerek, sonsuzca sınırsızlaşan suların kıvraklığıyla
akar gider. Asla varılamayacak bir yere yetişmek istercesine devinimden
devinime, belirli bir mesafeye tutunup okumaya, hiç bırakmamacasına
tutunursunuz.
Dramatik
anlatım gücü, ayrıntı ve gözleme düşkünlüğü, kolay kolay çürütülemeyen mantığı
ve büyük çözümleme yeteneği, Poe’yu polisiye öykünün olduğu kadar bilim kurgu
örneğinin de öncüsü yapar.* Okurda panik duygusunu en üst düzeye çıkaracak bir
biçimde okuru tek bir konu üzerine odaklanmasını birbiri ardına gelen imgelerin
etrafında sağlar. Okur üzerinde istediği tepkiyi, korku dozunu ve heyecanı
yaratan bir anlatım biçimini kavramış olması ona başarıyı getirmiştir.
Poe
iyi şiirin ve öykünün kısa olması gerektiğini genç yaşta anlamıştı; ne yazık ki
hiçbir uzun yapıtını tamamlayamadı. Edebiyat tarihine, Sherlock Holmes’in’n
atası sayabileceğimiz Auguste Dupin (Morg
Sokağı Cinayeti) ve Roderick Usher (Usher
Evi`nin Çöküşü) gibi iki unutulmaz karakteri hediye etti. O
harfinin/sesinin kederine inanıyordu. Uzun bir ‘o’ harfi gibi okunan kendi adı
da İngilizcede (poetry) ‘şiir’ sözcüğünün yarısıydı. Baudelaire’i derinden
etkiledi. Claudel kendisine hayranlık, Paul Valery saygı duyuyordu, onda “bir
matematikçinin ışıklı zekası”nı buluyordu. Mallarme Poe’nun Mezarı’nı yazdı. Rilke, Henry James, Kafka, Auden ve daha
birçok edebiyatçı ondan etkilendiklerini söylemekten çekinmediler.
Poe'nun
yalnızca kırk yıl süren yaşam öyküsünü okuyunca insan hüzünlenmeden
edemiyor. O insanoğlunun yüreğindeki
karanlık bölgeye ışık tutuyordu. O bölgede korkusuzca yürümeyi deniyordu.
Poe'yu ölümsüz kılan, sapkınlıktan erdeme, bencillikten özveriye, korkaklıktan
kahramanlığa, şefkatten vahşete kadar birçok güdü ve duyguyu içinde barındıran
insan yüreğinin karanlık yüzünü anlatma çabasıydı. Öncülüğünü yaptığı polisiye ve cinayet
öyküleri, H. G. Wells’in yolunu açan bilim kurguyu andıran öyküler üzerinde
üstün bir başarı yakaladı. Ölümünün üzerinden 150 yılı aşkın bir süre geçmiş
olmasına rağmen Poe'nun metinleri hâlâ yaşamayı, insanları etkilemeyi
sürdürüyor.
7 Ocak, 2010
Kaynakça
·
Ugur Kökden, E . A. Poe’nun Karanlıktaki Yüzü, Adam Öykü,
Temmuz l999
·
** Sevinç Özer, Kısa Öykü Kuramının Manyetik Alanı:
Poe’nun “Tek Etki” kuralı, Adam Öykü, Temmuz 1999
·
***Nedret Tanyolaç
Öztokat, Fransız Yazınında E.A. Poe
imzası, Adam Öykü, Edgar Allan Poe özel sayısı, Temmuz 1999
·
****Criticism:
Nineteeth-Century Literary Criticism: The
Narrative of Arthur Gordon Pym, internetten
·
*****Vuslat Taş, Gotik Yazına Ufak bir Bakış, internetten
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder