“Var
olduğumdan emin değilim, gerçekten. Ben, okuduğum tüm yazarlarım, tanıştığım
tüm insanlarım, sevdiğim tüm kadınlarım, ziyaret ettiğim tüm şehirlerim ve tüm
atalarımım.”
“Dünya
edebiyatını bir tür orman olarak görüyorum; kendi içinde karmakarışık, bizi de
yutan, sürekli büyüyen bir orman. ” “Bence bir kitap okumak, âşık olmaktan veya
seyahat etmekten aşağı kalan bir deneyim değildir. Benim için Berkeley’i, Shaw’u veya Emerson’u
okumak, Londra’yı görmek kadar gerçek olaylardır.” “Bir kitabın her okunuşunda
o kitaba yeni bir şeyler olduğu fikri yatıyor.(…)Her okuyuş, değişik bir
deneyim.” “Tanıdığım bir kitabı tekrar okumanın bana, yeni bir kitap okumaktan
daha fazlasını kazandırdığına inanıyorum.”
Bu sözler Borges’e ait.
O felsefe ve düşünceler evreninde yaşamış bir
yazardır. Çağdaşımızdır o, bugünün ve
geleceğin insanıdır. Çünkü o, bütün
deneme yazıları boyunca bakışlarını kendi iç dünyasına çevirerek, aslında insan
varlığının her şeye rağmen değişmeyen ve değişmeyecek olan yapısına ışık
tutmuştur. Yani evrensel bir insan
portresi çizmiş, bu insanı her yönüyle irdeleyerek onu, bütün tutkuları,
yanlışları, doğruları, eğilimleri ve tükenemeyen zaaflarıyla sergilemiştir.
Jorge Luis Borges gerçekçi kitaplardan çok imgesel kitaplar yazmıştır. Jungcu psikanalizin bulgularını kullanmak
yoluyla metaforlara dayalı bir simgeler dizisi yaratmaya yönelmiştir. Bu
simgelerden söz açacak olursak, başka ülke edebiyatlarında örneklerine pek
rastlanmayan simgelerdir bunlar: Ayna, kaplan ve
labirent gibi... Borges’in Kaplanları
* kitabının yazarı Demir Özlü’ye göre “Borges metinlerinin büyülü simgeleridir
labirent, labirentler. O metinleri anlamlı kılan simgelerdir. Ama biçimin
oluşmasını sağlayan simgeler değil, bizzat anlatılan, sözcüğü kullanmaya
cesaret edersek, bizzat metnin ‘özünü’ oluşturan simgeler. Öyle ki onda
zamansal, sırf zaman olan görünmez labirentler de vardır. İnsanlar cılız
varlıklarıyla, önceden belirlenmiş olarak ya da büsbütün rastgele, o
labirentlerde buluşurlar. Garip kaderlerini yaşarlar.”
E. Rodriguez Monegal, Borges’in Victor Hugo, Dante ve Berkeley hakkında
bildiklerinin birçok Avrupalıyı şaşırtacağını söyler. Borges’in bu çok kültürlü
ortamını kendini evinde hissetme durumu olarak yorumlar. Ancak bir
Arjantinlinin sahip olabileceği dünyasal bir imtiyazdır bu. Ama Borges için bu
konum sadece bir başlangıç noktasıdır. Borges “Buenos Aires’ten hareket ederek
hiçbir coğrafyaya ve tarihe ait olmayan, fakat kelimelere ve bütünüyle
kendisinin olan bir yazınsal mitolojiye ait bir evrene doğru yola çıkar.”**
Borges’i içerik olarak teklifsiz, fantastik, deneysel, yaratıcı ve yenilikçi kısa öykülerinde tamamen eşsiz bir estetik yorumla felsefi duruşunu yaydı. Doymak bilmez bir kitap oburuydu, daha sonraları kendisini bir yazardan çok bir okuyucu olarak tarif edecekti. Öyküleri ve denemeleri modern edebiyat üzerinde sürekli ve derin bir etkiye sebep olmuş, Latin Amerika kurgusal edebiyatından fantezi türüne kadar çeşitlilik gösteren bir yazım alanına tesir etti. Umberto Eco, Carlos Fuentes, Thomas Pynchon ve Paul Auster gibi aydınları içeren yazarlar topluluğunu etkisi altına aldı. Kısa öykü türünün bir ustası olan Borges hiçbir zaman bir roman yazmadı. Karakterlerin ve duyguların yazarı olmayan Borges felsefe, fikir yürütme ve büyük düşünceler evreninde yaşadı. Onun düşüncesinin bütün yoğunluğu öykülerinin uzunluğu ile ölçülemez. Borges çoğu yazarın bir üçleme olarak yayınlayabileceğinden daha fazlasını okurun hayal gücünü büyüleyerek beş sayfada söyler.
Borges’i içerik olarak teklifsiz, fantastik, deneysel, yaratıcı ve yenilikçi kısa öykülerinde tamamen eşsiz bir estetik yorumla felsefi duruşunu yaydı. Doymak bilmez bir kitap oburuydu, daha sonraları kendisini bir yazardan çok bir okuyucu olarak tarif edecekti. Öyküleri ve denemeleri modern edebiyat üzerinde sürekli ve derin bir etkiye sebep olmuş, Latin Amerika kurgusal edebiyatından fantezi türüne kadar çeşitlilik gösteren bir yazım alanına tesir etti. Umberto Eco, Carlos Fuentes, Thomas Pynchon ve Paul Auster gibi aydınları içeren yazarlar topluluğunu etkisi altına aldı. Kısa öykü türünün bir ustası olan Borges hiçbir zaman bir roman yazmadı. Karakterlerin ve duyguların yazarı olmayan Borges felsefe, fikir yürütme ve büyük düşünceler evreninde yaşadı. Onun düşüncesinin bütün yoğunluğu öykülerinin uzunluğu ile ölçülemez. Borges çoğu yazarın bir üçleme olarak yayınlayabileceğinden daha fazlasını okurun hayal gücünü büyüleyerek beş sayfada söyler.
Borges, 1899’da Buenos Aires’de doğdu.
Ailesi İngiliz kökenli olduğundan İspanyolca’dan önce İngilizce öğrendi.
1938’de kan zehirlenmesiyle ölümün eşiğine geldi ve geçici olarak konuşma
yeteneğini yitirdi; bir süre akli dengesini kaybetme korkusuyla yaşadı. Bu olayın Borges üzerindeki etkisi büyük
oldu. 1955’de Peron devrilince Ulusal
Kütüphane’nin müdürlüğüne getirildi.
Aynı yıl, kalıtımsal bir hastalıklı yüzünden 1920’lerden beri azalan
görme yeteneğini tamamen yitirerek kör oldu. 1961’de Uluslararası Yayıncılar
Ödülünü Beckett’le paylaşması, dünya çapında tanınmasını sağladı. 1986’da
Cenevre’de öldü.
Jorge Luis Borges’i düşünmeden, Latin Amerika yazarlarını düşünmek zordur. Çocukluğunda
okumayı sevdi ve saatlerini kitap okuyarak geçirirdi. Yaşamındaki en önemli
unsur olan babasının kütüphanesi, sahip olduğu edebi altyapıya işaret eden
sağlam bir örnektir. Baba Borges, İngiliz şairlere hayrandı ve bu tutkusunu
oğluna da aşılamıştı. 1914’ten sonra
aile uzun yıllar yurtdışında, Cenevre ve İspanya’da yaşadı. Bu yıllarda Borges Fransızca eğitimi aldı ve
ayrıca Almanca öğrendi. İngilizcesi
neredeyse anadili kadar iyiydi; yanında
büyüdüğü babasının annesi, Staffordshireli’ydı.
Genç bir delikanlı olduğunda
Borges yaşıtlarıyla sosyalleşmekte zorlanıyordu. Bu durumdan dolayı yüzünü kitaplara daha çok
çevirdi. Geriye dönüp baktığımızda Borges’in romanları ve şiirleri, dostlarının
ve oyun arkadaşlarının yerine koymuş olduğunu kolayca görebiliriz. Borges
seneler önce, yazılı kelimelerle olan arkadaşlığından, hiç biz zaman alay
konusu olmayı ve kınanmayı hissetmedi. Jorge Luis Borges’in yazmaya
başlamasıyla beraber, çalışmalarının çoğunun merkezinde kitapların olduğu fark
edilebilir.
Borges kitapları o kadar çok seviyordu ki, şehir kütüphanesinde çalıştı.
Ellilerinde kör olduğunda çalışmaya devam etti. Önce belediye kütüphanesinde
asistan olarak ardından Buenos Aires Ulusal Kütüphanesi’nde yönetici oldu. Bir
kütüphaneci ve kitap aşığı olduğundan, Jorge Luis Borges’in kısa öykülerinden
birinin, bir kitap ve ona saplantısı olan bir adam hakkında olması oldukça
uygundur. “Kum Kitabı” 1977’de aynı isimli bir derlemede yayınlandı. Bu öykü, bir
İncil satıcısından gizemli bir kitap satın alan bir adam ile ilgilidir. Bu acaip, büyülü, insanı allak bullak eden kitap öylesine
gizemlidir ki birinci sayfası yoktur. Sayfalar bir tek kez görünür, kaybolur.
Kitap kapağı ile ilk sayfa arasında şaşırtıcı bir şekilde durmadan yeni
sayfalar ortaya çıkar. Son sayfayı da arayıp, bulmak aynı derecede sinir bozucu
olur.
Borges kitabı açar. Rastgele 40514 numaralı sayfayı açar. Karşısındaki sayfa 40515 olacağına 999 dur. Sayfayı çevirirken 999’dan sonra 1000
gelmelidir ama sayfa numarasının sekiz haneli olduğunu görür. Sayfaların doğru
numaralanmadığı ortadadır. Tuhaf adam kitabın isminin “Kum Kitabı” olduğunu
söyler. Çünkü ne kumun, ne de bu kitabın
başı ve de sonu vardır.
Kitap, anlatıcının daha önce görmediği bir dildedir ama sayfa numaraları Arap alfabesiyle yazılmıştır. Ayrıca, bir İncil’in iki kolonlu sayfa düzenindedir ve yanlarında “Kutsal Emir” ve “Bombay” yazmaktadır. Sayfaların kendi iradeleri var gibi görünür. Anlatıcı kendini özel hazine ile karşılaşan biri olarak görür. Satıcının istediği ücreti böyle bir okuma macerası için uygun bir bedel olarak gören anlatıcı Kum Kitabını bir miktar para ve çok değerli olan Wycliffe İnciliyle değişir.
Kitap, anlatıcının daha önce görmediği bir dildedir ama sayfa numaraları Arap alfabesiyle yazılmıştır. Ayrıca, bir İncil’in iki kolonlu sayfa düzenindedir ve yanlarında “Kutsal Emir” ve “Bombay” yazmaktadır. Sayfaların kendi iradeleri var gibi görünür. Anlatıcı kendini özel hazine ile karşılaşan biri olarak görür. Satıcının istediği ücreti böyle bir okuma macerası için uygun bir bedel olarak gören anlatıcı Kum Kitabını bir miktar para ve çok değerli olan Wycliffe İnciliyle değişir.
Anlatıcı Borges tüm vaktini kitabı incelemekle geçirir. Dışarı çıkmayı bırakır. Arkadaşlarını görmeyi
keser. Gecenin bir yarısı uyanır ve saatlerce kitabın sırrını çözmeye çalışır. Kitapta gördüğü resimlerin alfabetik bir
listesini tutar, tekrar etmeden önce kaç kere göreceğini merak eder. Liste
uzamaya devam eder; asla aynı resmi iki kere görmez. Kitabın
bir canavar, bir karabasan, ahlâksız bir şey olduğunu, gerçeğe sızarak onu
lekelediğini, kendisinin de kitap kadar ürkütücü hale geldiğini düşünür. Kitabı
ateş ile yok etmeyi düşünür, ama “sonsuz bir kitabı yakmak, aynı şekilde sonsuz
olduğunu kanıtlayabileceğinden ve tüm gezegeni duman ile boğabileceğinden”
korkar. Sonunda Arjantin Ulusal
Kütüphanesi aklına gelir. Tesadüf eseri, burası Jorge Luis Borges’in yıllarca
çalıştığı yerdir. Kütüphaneye gider,
rafın yüksekliğine veya uzunluğuna dikkat etmemeye çalışarak kitabı bırakır.
Borges’in “Kum Kitabı” öyküsündeki ana
mesajının, herhangi bir şeyin aşırısının asla iyi bir şey olmayacağı gibi
görünüyor. Bu durumda, ana karakterin yaşamında o canavar gibi olan kitap
dışında hiçbir şeyin yeri kalmamıştır. Anlatıcı keyif aldığı şeyleri yapmayı
bırakmış ve bunun yerine kitabı incelemiş ve dikkatini vermiştir. Kitabı
başkaları ile paylaşmaya bile korkmuştur. Bu bir saplantı haline gelmiştir.
Öykünün Arjantin’de gerçekleşiyor olması, anlatıcının kitaplara olan sevgisi ve
Arjantin Ulusal Kütüphanesi’nin bahsinin geçmesi gibi, öykü ile Borges’in
yaşamı arasında birkaç benzerlik bulunduğundan dolayı, Borges bir yanını öyküye
eklemiş olabilir. Bir öyküsünün otobiyografik olması ilk kez olmayacaktır. Bazı
öykülerinde kendi yaşamındaki olaylara dayandığını kabul etmiştir. “Kum Kitabı”
da kısmen otobiyografik öğeler bulunur. Buna
ilaveten “Kum Kitabı”ndaki “Ulrike” gibi
diğer kısa öykülerde de yalnızca, yaşamını içeren kendi deneyimini tarif eden
bir dizi kişisel sembolü tekrarladığının farkında olan birinin sesi
konuşmaktadır. Belki Borges, kitaplara olan sevgisinin hayatını yönetmeye
başladığını, daha önce keyif aldığı şeylere olanak vermediğini hissediyordu. O
her zaman kitapları sevmişti ve aslında bu yüzden bir kütüphaneci olmuştu, ama
belki de yaşamının bu kısmı, geri kalanını ele geçirmişi.
Jorge Luis Borges asla unutulmayacaktır. Başarılarının ve ödüllerinin
listesi oldukça uzundur. Diğer Latin Amerikalı yazarlar için bir kapı açtığı
söylenmiştir. Kazandığı ödüller arasında Liyakat Nişanı, Cervantes Ödülü ve
İtalya’da aldığı Balzan Ödülü bulunmaktadır. Kendisine, Britanya İmparatorluğu
tarafından fahri şövalyelik unvanı bile verilmiştir. Maalesef, hiç almadığı tek
ödül Nobel Edebiyat Ödülü’dür. Birkaç
kez aday gösterilmesine rağmen, bazı diktatörlere olan desteğinden dolayı asla
kazanmadığı söylenmektedir. Her
halükarda,“Kum Kitabı”, bir adamın bir kitaba olan sağlıksız saplantısını
göstermekte Borges’in kendisinin kitaplar ile olan ilişkisine ayna tutmaktadır.
Umarım okuyucuları, onu okuduktan sonra mesajının farkına varacaktır ve kendi
saplantılarının yaşamlarını yönetmesine izin vermemek konusunda dikkatli
olacaklardır.
Günümüzde sanal
ağda bulunan metin ortamı, birçok yazar ve sanatçı için sınırsız düşünceyi
ifade etme fırsatı verdi. İnternet ve bilgisayarlar çağından önce Jorge Borges
gibi yazarlar düşüncesini yazarak ifade etti. Şimdilerde sanal ağın
imkânlarıyla bu metinsel deneyim “hiper metinsel” alana dönüştü.
Sanal ağın
bu katılımcı doğası ile kolektif zekâ dünya tarafından çok kullanılan bir ortam
oluşturdu. Borges kendisini, “Kum
Kitabı”nda, bu özel hazine ile karşılaşan biri olarak görmektedir; tüm
Kitapların Kitabıdır “Kum Kitabı”. “Resimli bir sayfayı açtığı zaman o sayfa
asla tekrar bulunmayacağından ya da görülmeyeceğinden, kitap satıcısı ona
yakından bakmasını tavsiye eder. Bu, ilk ya da son sayfayı bulmanın imkânsız
olduğunu kanıtlamaktadır. Bu “Kum Kitabı”nın
başlangıcı ya da sonu yoktur; sayfaları sonsuzdur. Her sayfa, görünüşe bakılırsa benzersiz bir
şekilde ama ayırt edilemeyen düzende numaralandırılmıştır”.
Sanal
dünyanın içine girdiğimizde, sonsuzluğu sezme deneyimini yaşarız. İnternetin metinsel
sonsuz ortamında bir gizem ve güçsüzlük vardır. “Kum Kitabı”nda Borges, sanal
dünyanın bu ideolojik karakterlerini metinsel bir şekle sokar. İnternet ağında geniş bilgi kaynakları
oluşturulmuştur, herhangi bir unsurun, herhangi bir şeyin ya da kişinin kendi
benzersiz kimlik etiketleri bulunur. Bu sanal ortamda hiper metinler yaratılarak
sonsuz bir sanal evren oluşturulmuş olur. (“Eğer
uzay sonsuz ise, biz uzayda herhangi bir yerde, herhangi bir noktadayız.”
(Jorge Borges,1974)
Ferit
Edgü’nin “Şimdi Saat Kaç” adlı kitabındaki “Susmuyordu, Ağlıyordu” yazısında şöyle
anlatır yazma eylemini:
“Yazar, her şeyi bilen, çözümleri ve bileşimleri
gerçekleştirmiş, çıkacağı yolculuğun haritasını çizmiş; pusulasını, usturlabı,
basınç ve derinlikölçerini yedeğine almış kişi değildir. Böylesi bir yolculukta bunların işine pek
fazla yaramayacağını bilir. Dahası
kendisini yanıltacaklarını, yanlış yol gösterebileceklerini düşünür. Can yeleği de yoktur bu tür yazarların. Okyanusa açılmayı aklına koymuş bile
olsa. Tüm güvencesi kendisidir. Bir de kendisi gibi böylesi yolculuklara
çıkmış olanlar. Ama bu güvenceye sahip
olmak için, geceyle tan ağartısı arasındaki çizgide ilk ve son sorusunu sormak
gerekliliğini duyar: Niçin yazmak?”
Bu sözlerden anlaşılacağı gibi yazarların
eserlerinin ipuçları, açılımları, yüreğimize ve aklımıza dokunuşları, sadece ve
sadece o eserin içindedir. Yazma eyleminin içinde insan ruhuna, insan ruhunun
derinliklerine, farklı coğrafyalara tarihlere, farklı edebiyat eserlerine,
farklı kültürlere yolculuklara çıkıyoruz yazarlarla birlikte. Bu yazma yolculuğunda yazar da sözcüklerle
dille didişiyor, kendisiyle ve çevresiyle hesaplaşıyor.
Borges korkularını, yetersizliklerini itiraf
ediyordu. Sabırsız, hevesli bir öğrenci
gibiydi. Düşünüp taşınıyor, bir fikirle
çıkageliyordu. Sonra o fikir hakkında
uzun uzun düşünüp, yazıya geçiriyordu.
Müşkülpesent bir sanatkârdı.
Fazla akademik olmadan bilimsel olmayı başarmış ender
yazarlardandı. Eski zamanlara ait bir
masal anlatıcısıydı. Bazısı mistik ya da
simyasal olan fikirlere değinen felsefi kavramlarla söz oyunları
oynamıştı. Kurgu dünyası eşsiz
çeşitlemeler içeriyordu. Kendisinin de
belirttiği gibi kendi şaşkınlıklarını ve felsefe olarak adlandırdığımız saygı
duyulan bu şaşkınlıklarımızı edebiyat dünyasına taşımıştı. Borges’e göre,
hayatın en büyük macerası ve ilgilenmeye
değer gördüğü tek şeyi, okuduğu kitaplardı.
Borges, eylem adamı olmadığını anlatmış, kendisini bir şair ve yazardan
önce bir okuyucu olarak gördüğünü açıkça söylemişti.
“Okumak yazmaktan öte bir iştir… Daha uysaldır, daha
uygardır, daha entelektüeldir” diyen Borges ateşli ve düzenli bir okuyucuydu;
düşünüp yorumlayan ve araştıran bir zihne sahipti. Zihnini kurcalayan sorularını araştırdı ve bu uğraşını yazın dünyasına armağan etti. Bize, okurları olarak, onun rehberliğinde
uçsuz bucaksız okuma yolculuğuna çıkmak düşüyor.
Raşel
Rakella Asal
4
Ekim, 2013
(*) Demir Özlü, Borges’in Kaplanları, YKY, Ekim 1997
(**) E.
Rodriguez Monegal, Borges, Türkçesi:
Şule Demirkol, Gendaş Kültür, Şubat 2001
(***) Norman Thomas Di Giovanni, Ustadan Dersler, Borges ve yapıtları üstüne, ODTÜ Yayıncılık,2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder